
KIRIK AYNALAR
Bölüm 10: Kırıkların İçinde
Leyla, yine aynanın karşısındaydı. Uzun uzun yansımasına baktı. Camın ardındaki yüz tanıdık değildi. “Bu ben miyim?” dedi fısıltıyla. Kendi sesi bir cevap bulamadan dağıldı.
Gündelik anlar -kırmızı ışıkta beklemek, kalabalık bir sokağın köşesinden dönmek, bir kahve kupasının buğusunda kaybolmak- farkından bile olmadan onu geçmişin kıyısına sürüklüyordu. Bir gölge beliriyordu sonra. Kahverengi paltosu, sırtında çantası ve gözlüğünü düzelten eliyle B, sokağın köşesinden çıkacakmış gibi. Kalbi sıkışıyor, nefesi kesiliyordu. Ama sokak boştu. Her zaman. Hep aynı yüz karşısına çıkıyordu. Soğuk, uzak ve sessiz. Çünkü B, onun kurduğu hayalin içinde, saklanan bir düştü. Kabinin en inatçı hayaliydi.
Bu sessiz hayal, zamanla tüm hakikati sarmıştı. Sesleri bastırıp, insanlardan uzaklaştırmıştı. En çok da kendisinden. Derinlerde, bir yerden sızan ama gözle görülmeyen bir yarayla yaşıyordu. Tıpkı, kırılmış bir vazoyu onarmaya çalışmak gibiydi. Ne zaman bir parçayı yerine koysa, başka bir yerden yeni bir çatlak beliriyordu.
“Yaralar gerçekten kapanır mı?” diye geçirdi içinden. Yanıt beklemedi. İnce bir ses, içinden sessizliği yarıp geçti. “Alışacağım” dedi.
Aynaya bir kez daha baktı. Bu kez ne bir soru vardı gözlerinde, ne de cevap beklentisi. Yorgun ve sakin bir kabullenişti. Kırıklar arasında büyüyen bir şey. İsmi olmayan, yalnızca kendisi için taşıdığı bir umut.
Bölüm 11: Bir Veda, Bir Başlangıç
Leyla, her sabah kırmızı kupasından kahvesini yudumlarken, bir ismin gölgesi düşüyordu fincanına. Kahvenin buğusunda hâlâ onu arıyordu.
“Sohbet, iyi bir kahve gibidir.” diye geçirdi içinden. Kimin söylediğini hatırlamıyordu. Belki B, belki de uydurduğu bir sahneydi.
Bazen bir ses kalır bellekte. Gerçekten söylenmemiş sözler, zihnin içinde anlam kazanır. Sessizlik, bir bakış, yarım bir gülümseme. Hepsi birleşir, bir hikaye ortaya çıkar. B, hiçbir şey söylememişti aslında. Sadece susmuştu. Ama Leyla, o suskunluktan anlamlar örmüştü kendine. Kahve ise soğumuştu. Kim içmezdi soğuk kahveyi? B mi yoksa o mu? Bazen hatırlar da yanlış demlenirdi.
O gün, uzun zaman sonra ilk kez, yatağa sakince uzandı. B, gelip geçen bir gölgeydi sadece. Geriye kalanlar ise, kolay kapanmayan yaralardı. Aslında onun tek rolü uyanmak içindi. ‘Leyla’yı uyandırmak.’ O kadar.
“Zorlamaya gerek yok.” dedi usulca. “Kim bilir, bu hallerime nasıl bakmıştır.” Belirsiz bir dinginlik her yerini sardı. Gözleri yavaşça kapanırken, bedeninden önce zihni uyudu.
Gece yarısından sonra bir rüya... Leyla bir kafedeydi. B, cam kenarındaki masada oturuyordu. Yanında yüzü seçilemeyen bir kadın vardı. Leyla başka bir masaya geçti. B, onu fark etti ama başını çevirdi. “Bitiş böyle mi olmalıydı?” dedi kendine hüzünle. Gözlerini açtı, derin bir oh çekti. Yataktan kalktı. Rüzgarın uğultusu cama vuruyordu.
Pencereye doğru yürüdü. Rüzgar, içeridekileri dışarı çağırıyordu sanki. Masadaki kahveye baktı. Eline aldı, kokusunu içine çekti, sonra birden yere fırlattı. Fincanın sesi odayı doldurdu. Kahverengi sıvı zemine yayıldı. Leyla sessizce izledi. Sonra aynaya yöneldi.
“Aynalar yalan mı söyler? Yoksa insan mı kendini kandırır?” diye mırıldandı. Parmaklarını camın soğuk yüzeyine bastırdı. ‘’Sen gerçekten sen misin?’’
Çekmeceyi açtı. B’den kalan kalemi buldu. Eskiden değerliydi. Şimdi, ne olduğunu bile bilmiyordu. Kalemi aynaya defalarca vurdu. Cam çatladı. Kalem kırıldı. Parçalar birbirine karışarak yere dağıldı. Kahve, ayna, kalem hepsi artık başka biçimlerdeydi.
Diz çöktü. Bir cam parçasını eline aldı. Odaya yüzlerce Leyla yansıdı. Hangisi gerçekti? Pencereden içeri denizin kokusu doldu. Dalgaların sesi büyüdü. Çağrı devam ediyordu.
B, deniz, kahve, ayna, kalem... Her biri aynı şarkının notası olmuş gibiydi. “Sevme beni, senin sevmelerine kalmadım.” melodisi çalıyordu alçak bir sesle.
O an, bir şey dağıldı içinde. Artık biliyordu. Evet. Her şey kırılmıştı.