İnsan bir zaman geldi yazmak istedi. Ne zaman oldu bu hatırlamıyorum ama sadece yaşamak yetmedi ona. Yazmadan önce konuşmaya başladı onu biliyorum ama o da yetmedi insana. Ağzından çıkan kelimelerle tam anlatamadı derdini. Eşiyle dostuyla konuşmak tatmin etmedi. Bir kaya parçası bir dal, ne geçirdiyse eline sağı solu çizmeye başladı. Duvarlara yazdı derdini. En süslü kelimelerle süsledi mağarasının duvarını. İflah olmadı bu içindeki yazma sevdası. Ne yaptı ne etti buldu yazmayı. Yukarı köydeki Kiril dedi, aşağı köydeki Latin, öte köydeki Arap… Türlü türlü harfler çıktı ortaya. Taşa, deriye, ağaca, kâğıda yazdı ha yazdı. Bir şekilde öğrenip birbirleriyle de anlaştılar. Ve durmadı insan. İnsan olduğundan bu yana yazdı. Hepsi yazdı. Kimisi müzik yaptı yazdı, kimisi resim çizdi yazdı. Pek çoğu da düz düz yazdı. Kiminin yazdığı kutsal oldu, el üstünde, aklın derininde taşındı. Kimininki yazdığı gibi müsvedde olup çöpe atıldı. Hem yazdı hem okudu. Günümüzde de bu devinim devam edip gidiyor. Biz hala yazmaya ve okumaya devam ediyoruz. Şöyle geçmişte yazılanlara bakıp bakıp iç çekiyoruz değil mi? Günümüzde yazmak çok kolay ama zor zamanlarda yazılanları okumayı daha çok seviyoruz. Gençlerin yazdıklarına bakıyoruz, kendi yazdıklarımıza bakıyoruz ve sürekli mukayese ediyoruz. Ellerimizde kâğıt yok artık yazmak için. Kelimeler tam yazılmıyor artık. Okumak için de çağın kuşağının dilinden anlamak gerekiyor. Nece yazıyorlar bilmiyorum ama bir şekilde anlaşmaya çalışıyoruz. Yazmanın önemli olduğunu hissettikçe bu siteyi açmaya karar verdim uzun zaman önce. Lakin olgunlaşması gerekiyordu aklımda. Bir başlayalım hele diyerek yola çıktık. Yol yüründükçe aşılır. Yoldaşlarımızın yürüdükçe çoğalacağına inanıyorum. Çokça gönül dostumuz olduğunu biliyorum. Okuyanımız, sevenimiz bol olsun. Sürçü lisan edeceğizdir elbette. Hem hoş görün hem de bunu bize yazın aşağıdaki iletişim kutusundan. Emek verip katkı sağlayan ve sağlayacak olan dostlarımıza da çok teşekkür ediyorum. Var olun. Selametle kalın…
YARA KABUĞU
Işığa koşan mikro evren, patolojik bir ruh ağzımda, sırtımda gömüden bir aidiyet
Beynimin hançeri: mızrak, derisi yüzülen bir takvanın içinde (unutulan el) beyin boşluklarım morfin yağmuru
Ahşaptan bir kuşum, Allah’ın ateş böceklerinde dönüp duran yıldız,
Venüs ve Uranüs çarpışması, üç gözlü yılan (Sesimde tarih kanıyor)
Tutsak Mayayım, hapsolan 2012, denizlerin şarkısında şeytan üçgeni, kasığımdan yalnızlık damlıyor,
yalnızlık ki kendini vuruyor!
-Bir kentin savaş çağrısı
Damarlarımda ölü bir adam, tanımadığım, alnında hadım korkusu, sarsılıyor!
Demeter tırnaklarımda kirli bir ırmak, uyandı Apollo, ikiz yatak
Utanç mevsimi bu, bir melek saklanıyor kafeste, demir okyanusta yüzen uçurum (yüzgeçlerim alabora)
Kobalt hokkabaz girdi gözümden içeri girdi, girdi gözümden içeri! Kaçacak yer yok!
Son flütün son melodisi ağır melodram kayıp ilanlarında
Yağmurların alçak kubbesinde minimal sözcükler, teatral Kleopatra
Bağlanıyor tenim, tenim Süleyman. Kemikle bilenen çocukların halifesiyim. Tahtım çukur tahtım köz.
Boğulan bir halkın ayak sesiyim! Koptu urgan, saçlarımız kaygan.
BAĞIR TÜRKÜMÜZÜ! İNSAN, KALBİMDE YEMİN!
İncinen ruhum yara kabuğu, deviniyor hala kasığında annemin!
Binnaz Deniz YILDIZ