
KIRIK AYNALAR
Bölüm 7: Aynadaki Yabancı
Aynada beliren yüz oradaydı. Tanıdık ama tuhaf bir biçimde yabancı. Gözler, sanki ona ait değildi. Kıpırtısız bir anın içinde, her şey bulanıklaştı. Sınırlar silindi. Zaman, beden, anlam...
Leyla, günler geçtikçe içine kapanıyor, dış dünyayla bağı giderek azalıyordu. Hakikat, ince bir sis perdesinin ardına gizlenmiş gibiydi. Her şey, dağılan bir gölgeden ibaretti. Uykuyla uyanıklık arasındaki çizgi usul usul çözülüyordu.
Bir sabah, iliklerine kadar işleyen keskin bir soğukla açtı gözlerini. Oda bembeyazdı. Duvarlar, tavan, zemin; her şey tek bir renge bürünmüştü. Yorganın ağırlığı, uykunun izleri hâlâ bedenine yapışıktı. Başını ağır ağır çevirdi. Neredeydi? Zihni kilitli bir sandık gibiydi.
Pencereye doğru yürüdü. Camın ardından gelen keskin koku genzini yaktı. Denize andırıyordu. Ama deniz burada olabilir miydi? Nefesi cama değdiğinde, yüzey buğulandı. Parmak uçlarıyla bir şeyler çizmeye çalıştı. Çocukluktan kalma bir alışkanlıkla. Nafile, şekiller tutmadı. Her şey silindi.
Sessizlik ansızın bir fısıltıyla bölündü. “Zihnimiz oyun oynar, uyanık ol.” Leyla irkildi. Gözleriyle odayı taradı. Sesin geldiği yeri ayrıt edemedi. Kimse yoktu. Gerçek miydi bu? Yoksa aklının bir oyunu muydu? Bir yanıt bekledi. Sessizlik yeniden her şeyi kapladı. Öfkeyle cama vurdu. Parmak uçlarında sızlayan bir acı hissetti. Elleri titriyordu. Kan yoktu; sadece acı. Gerçekti.
Koridordan ayak sesleri geliyordu. Metalin kısa, tiz çınlamayla kapı açıldı. İki hemşire içeri girdi. Biri hızlıca yaklaştı, elindeki şırıngayı gizlemeye çalışarak. Sert bir sesle, hıncını gizlemeye çalışırcasına “Sakin ol Leyla.”
Leyla geri çekildi. Gözlerinde büyüyen korku, sesiyle dışarı taştı. “Dokunmayın bana! Yaklaşmayın.”
Hemşire tereddüt etmedi. Sert bakışları ve soğuk dokunuşu, Leyla’nın korkusunu daha da artırdı. Alışkanlıkla şırıngayı Leyla’nın boynuna sapladı. Keskin bir acı bedenine yayıldı. Leyla acıyla inledi. Gözleri kararırken boğuk bir inilti döküldü dudaklarından. Direnci hızla çözüldü. Bedeni gevşedi. Hemşire onu kucakladığı gibi yatağa taşıdı.
Artık hareket edemiyordu. Göz kapakları ağır, nefesi yavaştı. Başını çevirdiğinde onu gördü.
Ayna.
Yatağının tam karşısındaydı. Orada hep var mıydı? Yoksa şimdi mi belirmişti? Emin olamadı. Bakışları aynada takılı kaldı. O yüz, o ifade ona mı aitti? Göz çukurlarındaki karanlık, yanaklarındaki solgunluk, dudak kenarlarındaki kırgınlık, bir yabancıya aitti sanki.
Gözlerini kapattı. O yüz, içini saran karanlıkla birlikteydi. Boşluk değildi hissettiği. Aksine yavaş ve serin bir teslimiyetti. Sanki bir çağrı vardı orada. Uyumak, belki de tek çıkış buydu. İlk kez hiçbir şey sormadı.
Bölüm 8: Uyanış
O yüz, hafızasında bir notaya dönüşmüştü. Notaya kulak verdikçe, başka bir ses doluyordu içine. Tanıdık ama uzak. Ya kendisi ya da başka bir Leylaydı.
Bir ses! İçinde bir yer titredi. Gözlerini açtı. Bir süre tavana baktı. Çatlamış lamba kenarı, duvar köşesindeki poster izleri, hafifçe kabarmış boya. Hepsi yerli yerindeydi, neredeyse ürkütücü bir düzenle.
Lavanta kokusu! Nevresimlere sinmiş, duvarların arasına saklanmış o koku. Çocukluğunun gölgeleri çıkıp gelmişti tek tek. Eski bir fotoğraf gibi sararmış anılarla dolu odaya düşecek gibiydi.
Yorganın sıcaklığına biraz daha gömüldü. Pencereden süzülen sabah ışığı parçalı bir aynadan yansıyan görüntüler gibi birbirine değmeyen titrek şekillerle odayı aydınlatıyordu.
Sonra ses bir kez daha geldi. “Leyla, kalk! Kahvaltı hazır.”
Zamanın içinden geçen bir sesti bu. Sanki biraz daha kalın ve yorgun. Leyla nefesini tuttu. Fısıldadı. “Gerçek misin anne?”
Kapı aralandı. Kadın bir tepsiyle içeri girdi. Üzerinde kahve, bir parça ekmek, biraz zeytin.
“Kahve içmeden güne başlama. Ama aç karnına içme sonra yine miden ağrıyor.”
“Kahve” Odaya yayılan kahvenin kokusuyla, bir hatıranın kıyısı değdi yakasına. Gözleri kadının gözlerine takıldı. İçinde bir yer yandı. Ama sözcükler boğazına takıldı. “Duş alıp geliyorum!” diyebildi yalnızca
Lavanta ile kahve arasında asılı kalan bu an, geçmişle şimdinin kırılgan dengesinde duruyordu. İçerideki dünya tanıdıktı. Ama zemin hâlâ kaygandı. Beyaz oda, yabancı yüzler, çatlamış aynalar. Hepsi en derin kuytularında dolaşıyordu.
Banyo buharla doluydu. Aynalar buğuluydu. Sıcak su tenine değince gevşedi. Sanki gevşedikçe başka bir boşluğa açılıyordu. Sessizliğin içinden geçen o çatlak sesi yine duydu.
Kurulandı. Bornozunu sardı üzerine. Odaya döndü. Dolabı açtı. Kıyafetler. Kimi tanıdık, kimi değil. Yoksa hepsi yalnızca bir dekor muydu? Hayatına ince bir titizlikle yerleştirilmişti. Fazla bir özen vardı sanki.
“Leyla!” ses yakındaydı bu kez.
Giyinirken, gözleri dolabın iç kapağındaki aynaya takıldı. Her zamanki yerindeydi. Yaklaştı. Yüzüne baktı. Ama kendini göremedi. O gözlerde başka biri vardı. Saçları ıslak, ürkmüş bakışlarıyla bir kız çocuğu. Belki de hiç gitmemişti. Usulca mırıldandı. “Peki şimdi nereye gideceğim?” bir cevap beklemedi. Çünkü bazı sorular zaten cevaptı. Saçlarını tararken aynanın kenarındaki etiketi fark etti. “Mülkiyet: Psikiyatri Servisi. Kat: 3”
Leyla, kırık bir gülümseme ile baktı aynaya. Çünkü bazı uyanışlar gerçeği anlamadan başlardı. Bazı aynalar, yalnızca yüzü değil, tüm çatlakları da gösterirdi.
Bölüm 9: Aynada Unutan
Aynadan uzaklaşırken, içindeki uğultu biraz olsun dinmişti. Tam olarak ne olduğu bilinmeyen bir şey yer değiştirmişti sanki. Sessizlik duvarladan sızarak odaya, koridora her köşeye yayılıyordu.
Leyla, pencerenin önünde durdu. Şehir, dışarıda kendi bildiği gibi akıyordu. Korna sesleriyle martı çığlıkları birbirine karışıyor, uzaklardan gelen hüzünlü bir senfonin dağınık notalarına dönüşüyordu. Camı araladı. İçeriye dolan soğuk hava, yüzüne çarpıp, ciğerlerine doldu. İçinde uyuyan o karanlık göl yeniden kıpırdamaya başladı. Gözlerini kapadı. Nefesi ağırdı. Sanki tüm duyguları, anıları buhar olup uçmuştu. Geriye sadece derin bir sessizlik kalmıştı.
Bir zamanlar, B’yi düşünürdü. Her köşede onu hayal eder, ansızın karşısına çıkacakmış gibi beklerdi. Göz göze geldiklerinde zaman çatlayacak, dünya susup sadece onlar kalacak sanırdı. Oysa şimdi o hayaller solmuştu. B yoktu. Belki de hiç olmamıştı. O zamana direnerek büyüyen, büyürken de içini kemiren bir boşluktu.
Leyla’nın yüreğindeki B, gerçek olandan farklıydı. Boşluğun içinde büyüyen, kalbinin en sinsi oyunuydu. Aynalardan geçerken büyümüş, gölgelerle çoğalmış, sonunda her seferinde onu başka bir Leyla’ya dönüştürmüştü.
Pencereden uzaklaştı. Adımları yavaştı, ama artık sürüklenmiyordu. Geçmişin peşinden gitmek, kendi gölgesine takılmak gibiydi. Ne kadar çabalasa da o hep bir adım öndeydi. Artık anlıyordu, aşk tamamlanmak değil, eksik olduğunu görmenin en yakıcı hâliydi.
B ona bir şey öğretmişti. Sevda, karşılık bulamayınca yalnızca kalbi değil, aklı da örselermiş. Bir sancı gibi yüreğinden geçer, nihayetinde kabuk değiştirirmiş insan. Ama hangi kabuk gerçekti? Hangi yüz, hangi zaman? Dönüp baktı. Kapı aralıktı. Koridordan ayak sesleri geliyordu. Sonra bir çağrı cihazı öttü. Beyaz bir gölge geçti, hızla. Kimdi, bilmiyordu.
Sessizliğe yaslanmak istedi o an. Odayı dolduran ses değil, sessizlikti. B’nin izini sürmeyi bırakalı ne kadar olmuştu, hatırlayamadı. Çünkü artık iz değil, bir zemin arıyordu ayaklarının altında. Parmak uçlarında ilerledi. Ayna köşedeydi. Bu kez bakmadı. Bazı yüzleşmeler sadece geçmişe hizmet ederdi. Artık bu aynalar işlevini çoktan yitirmişti. Sessizce geçip gitti. Çünkü bazen adımlar kim olduğunu değil, kim olmadığını hatırlatırdı.