
GÖKYÜZÜNE UÇAN KUŞ
Rüzgârın ahenginde, aheste aheste uçan kuşları, masmavi bir gökyüzünü ve yüzüme yansıyan güneşin varlığını hisseden bir sıcaklık eşliğinde, bu ıssız kalbimde bir yer arıyor gibiydim. Kulağımda kalabalığın uğultusu, yüreğimde hissettiğim acının gözyaşlarıma dokunuşunu kucaklıyorum. İnsan inandığı, umut ettiği her şeyden vazgeçer mi? Vazgeçmek neydi lügatımızda hiç bilmiyorum. Bilmediğim bir şeyin acısıyla harmanlanıyorum. Kelimelerin yetersiz olduğu bir zaman dilimindeyim, anlatsam beni duyacak birilerinin olmaması hangi acının tarifi olabilirdi. Gökyüzünün maviliğinde kayboldum ve haykırarak “Ne üzücü, kalpleri bu kadar acıya mahkum edip medet ummak. Hiçbir ruh kaybolmaya yüz tutmamalıydı. Ruh, iyileşmeyi sevmekten yana kullandı. Sevipte hor görende değil, ellerinin üzerinde tutup gözleriyle selam buyurunda buldu.” Derken buldum kendimi. Haykırışım, gözyaşlarımla harmanlandı. Ellerimle gözyaşlarımı bir bir sildim. Yanlızlık hiç bir kadar acı hissettirmemişti yüreğimi, varken yok gibi yaşamak acının en derinlerinde ruhunun ait olmadığı yerde sessiz çığlıklara haps olmak…
Etrafı seyretmeye devam ettim, güneşin yansımasıyla gözlerim birden kamaştı, uzaklara bakan gözlerim, tekneyle açılan balıkçıları belli belirsiz görmeye başladı, öte yandan işe yetişmeye çalışan telaşlı insanlar görüyordu gözlerim. Herkes bir hengamenin içinde kendi benliğiyle yüzleşemeden yaşam sürüp duruyor gibiydi. Sanki o an bir tek ben durup hayatın bu hissettirdiği duyguları; avuçlarımda tutup anlam aramaya çalışıyordum. Her nesnenin nefes alış veriş hikayesini duyuyor gibiydim. Belki de bu dünyada ait olduğumuz bir yerimiz hiç olmadı? Belkide biz bir hiçtik. Hiçlikten var olmaya çalışan bir yığın insan yığınıydık. Değerliydik ama bir o kadar değersizdik. Değerli olmak için gayret ettik, döndük dolaştık yine acının eşiğinde bulduk kendimizi. Derken kendimi, dünyanın var oluşunu tefekkür ederken buldum. Mevsimler bile sırasıyla sevinçlerini hüzünlerini bize yansıtmak için kendi zaman akışını bekliyordu, çetin geçen bir kışın ardından ilkbaharla selamlıyordu insanoğlunu. Tıpkı kalbimizin hüznü karşılayıp, sevince kucak açmayı beklemesi gibi. Hayrete düşüyordum, her şeyi anlamlandırmak zihnimin yetemediğini bir algıydı.
Kış gibi; sevinçli, mutlu günler eskimeye yüz tutmuş bir anı olarak hafızalarda kaldı. İçimdeki o umut dolu minik çocuk gökyüzüne uçu verdi. Gel desem gelmeyecekmiş gibi süzülüyordu gökyüzünde. Durup onu öylece seyre daldım, elbet bir gün dönüp dolaşıp kalbime yer edineceği inancı sardı dört bir yanımı.. Gökyüzü benim sevdam; sığındığım, nefes aldığım sonsuzluk hissim..
İçime yeniden umut doldurması için o gökyüzünün masmavi derinliğine gözlerimi hapsettim, bekliyorum.
O uçup giden minik kuşu…