O ÇOCUKLAR BÜYÜYECEK
“Büyüyünce ne canlar yakacak bu çocuk!” dediniz… Keşke öyle demeseydiniz!
Keşke büyüyünce bu çocuk; ne tohumlar ekecek, ne fidanlar büyütecek, ne resimler yapacak, ne güzel notalara basacak, bilinmeyeni bilecek, bulunmamışı bulacak, en güzel şiiri yazacak ve henüz yazılmamış o romanı, kimsenin aklına gelmeyen onun aklına gelecek, o öyle bir sevecek ki onun sevdiği gibi sevilmemiş olacak hiç kimse, bir dünya kuracak, o dünya bugünkünden başka olacak. Savaşın, ölümün, açlığın, hiçliğin, yokluğun, yoksunluğun, yoksulluğun, yalnızlığın, kimsesizliğin, yabancılaşmanın, yabancılığın, ötekiliğin, berikiliğin dünyası olmayacak!
Çok şey diyebilirdiniz ama siz öyle demeyi tercih ettiniz!
“O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar…”*
Bilmezlikten geldiniz… Ve siz öyle deyince öyle büyüdü o çocuklar!
O çocuklar büyüdü ve çok canlar yaktı. O çocuklar baba oldu, çocuklarının ırzına geçti, o çocuklar koca oldu, karılarını öldürdü. O çocuklar abi oldu, amca oldu, dayı oldu, kardeş oldu, arkadaş oldu, sevgili oldu. O çocuklar büyüdü doktor oldu, öğretmen oldu, imam oldu, müdür oldu, başkan oldu, başbakan oldu, cumhurbaşkanı oldu, yetmedi o çocuklar tanrı oldu!
O çocukları siz büyüttünüz. Siz o çocukları, “Ne canlar yakacak bu çocuk!” diyerek büyüttünüz. Devam edebilirim, daha çok sözüm var söyleyebilirim ama burada bırakıyorum. Çünkü biliyorum ki nefretin de öfkenin de sonu yok! Ve elbette bu savaşın sonu yok, diyeceğimi sanmayın! Bu savaşın sonu gelsin diye yazıyorum. Bu savaşı bitirelim diye yazıyorum. Biz artık dilimizi ehlileştirelim ve bu çocuk kimsenin canını yakmasın diye yazıyorum. Çünkü ana sınıfı panolarına “bilim adamı” yazarken, “adam gibi davran” derken, “kız gibi ağlama” diye küçümserken, kadın yerine “bayan” tabelasını koyarken erkeğin yanına ne dediğimizi zaten bilmiyoruz! Ne dediğimizin farkında olalım diye yazıyorum. Artık ağzımızdan çıkan o sözcüklerin yalnızca kuru birer sözcük olmadığının farkında olalım diye yazıyorum.
Yazıyorum çünkü “dil” bir peynir değildir! Uzayıp gider evet ve sakız gibi yapışır ağza! Ama dil, senin varlığının ifadesidir. Dilin senin toplumundur. Toplum senin kültürünü, kültürün toplumunu, toplumun dilini, dilin kültürünü, kültürün seni var eder. Bu iç içe geçmişlik senin özünü, özün kültürünü, kültürün dünyayı, dünya seni ve sen dünyayı şekillendirirsin! Kim kime ne yaptı deme!
Dil, bir peynir değil ve dünya da senden büyük değil. Sen koca bir dünyasın!
Bu çocuk ne canlar yakacak, dediniz. Keşke öyle demeseydiniz… Bu çocuklar bizim canımızı yaktı ve bu çocuklar bizim canımızı yakmaya devam edebilir. Bizim ırzımıza geçip bizi yakabilir, üzerimize beton döküp bizi öldürebilir. Ama bizi bitiremez! Çünkü biz nergisler gibi, papatyalar ve gelincikler gibi bittiğimiz yerlerde biteriz. Ve biz bittikçe çoğalırız! Çoğaldıkça bir ve tek oluruz. Ve biz çoğaldıkça ve tekleştikçe güçleniriz.
Aziz Nesin’in Bir Sarmaşığın Özyaşam Öyküsü’ndeki sarmaşık gibi tutunacak bir sevi bulamayız ve kendi gövdemizi güçlendirir ulaşırız aya, güneşe ve yıldızlara… Sonunda yığıldığımız yerden yayılırız ve devam ederiz çoğalmaya.
Siz bizi bitiremezsiniz! Ama biz sizin eril dilinizi, lanetinizi, öfkenizi ve nefretinizi bitireceğiz. Gerekirse memelerimizi keseceğiz ve o gün analarınızdan emdiğiniz süt size haram olacak!
*Edip Cansever, Mendilimde Kan Sesleri