YANIK MEMET
ÖYKÜ
Yanık Memet derler ona. Bunun iki sebebi vardır. İlki, yanıktır Memet’in teni tıpkı yaşadığı coğrafyadaki diğer insanlar gibi. Kışın ayazı, yazın kavurucu güneşi değdi miydi tene, herkes yanık gibi olur. İkincisi; yanıktır Memet’in sesi. Bi türkü çığırdı mıydı ayazın, güneşin teni yaktığı gibi yakar yürekleri. Fakat nedendir bilinmez bir tek türküdür söylediği Memet’in: “Bu dağlar kömürdendir. Geçen gün ömürdendir. Feleğin bir kuşu var, pençesi demirdendir. Bu yol Pasin’e gider. Döner tersine gider. Şurda bir garip ölmüş. Kuşlar yasına gider.” Köylüler başka türkü söylemesini isteseler de o hep aynı türküyü tekrar eder durur. Memet’i tanıyanlar bilir başka türkü söyletemeyeceklerini ama öyle yanık ki sesi hep aynı türküyü dinlemeye razı gönülleri. Zaten çok az görürler onu. Öyle her zaman bulamayacaklarını bildikleri için de bulduklarında birkaç kez söyletirler türküyü. Bilirler ki Memet çok çalışır. Köy köy gezer, hamallık yapar. Onu çağıran herkesin yükünü taşır. Memet otuzunun üstündedir ama tam yaşını bilen de yoktur. Rahmetli anasının “bir zamandı ki hayvanlara kıran girmişti. Ben ömrü billah böyle kıran görmedimdi. O zaman ekinleri kaldırırken doğduydu Memedim.” dediği söylenir. Anasının söylediklerinden otuzlarında olduğu tahmin edilen Memet, otuzlarında yoktur aynı zamanda. Bedeni büyük ama aklı çok küçüktür zira. Yedi, bilemedin sekiz yaşlarında küçük bir çocuk gibidir Memet, koca bedeninde küçük bir çocuk yaşamaktadır adeta. Herhalde bu durum olağanüstü bir şekilde garip gelir ki insanlara ne bir çocuğun ne de akranı bir erkeğin taşıyabileceği yükleri taşıtırlar Memet’e. İlginçtir ama köylülerin nezdinde Memet’in garipliği ona destansı bir kahraman gücü yüklemiş gibidir. Yine ilginçtir ama kimse Memet’e kahraman dememekte sadece yük yükleyip işini gördürmektedir. Memet çok zorlansa da sesini çıkarmadan bütün gücünü kullanarak, kendini zorlayarak o yükleri taşır, verilen iş neyse onu görür. “Aferin.” derler sonra ona, “Gel hadi sana ziyafet çekelim.” Mutlu olur Memet. Önüne bir gün önce yedikleri yemekten kalan ne varsa koyarlar. Sesi çıkmadan, şükür ve mutlulukla yer Memet. Kötülük yoktur ki yüreğinde Memet’in. Ona böyle habis bir duygu hiç verilmemiştir. Hani demiş ya eskiler “İnsanoğluna doğuştan nakşedilmiştir hem iyilik hem de kötülük. Kimi, iyiliği daha çok besler iyi olur, kimi de kötülüğü daha çok besler kötü olur. Biri daha ağır bassa da insanda her ikisi de aynı anda bulunur.” diye. Hah işte onlar Memet’i görseler böyle demezler. Memet’in yüreği safi iyilikten dokunmuştur. Birine zarar verdiği, hiçbir canı incittiği görülmemiştir. Lakin ilk görenlerin korktukları olur Memet’ten. Öyle iri yarı değildir. Hatta ufak tefek bile denebilir. Yanık teninin ve uzun sakalının gizlediği yüzünde, parlayan bir çift ateş gibidir keskin bakışlarının altındaki gözleri. Her an her şeyi yapabilmeye müsait…Ama tek şey yapar Memet, hamallık. Taşıdığı, dünyanın yükü olsa da yoruldum demez. O yüzden daha çok taşıtırlar. Hiç yoruldum demez ama yorgunluktan sızdığı olur Memet’in. Köyün dışında, uzakça bir yerde, büyükçe bir ağacın kovuğunda uyur Memet bazı zamanlar. Çünkü en uzun uykuyu orada uyur ancak. Bu zamanlarda ağabeyinin aklına aramak gelir de eğer köyde bulamazsa Memet’i, eve geldiğinde eşek yüküyle dayak atar ona. Dünyanın yükü, yerini ağabeyinin yüküne, gücünü aşan yüklerin ağrısı yerini ağabeyinin vurduğu darbelerin ağrısına bırakır. Her yeri ağrır ama yine de sesi çıkmaz Memet’in. Çünkü sevmez Memet, ağabeyini. Dayak da yese başka bir şey de olsa asla konuşmaz onunla. Köy meydanında yanık sesiyle türkü söylediği zaman bile ağabeyi geldiğinde, gözlerini ona diker ve susar. Köylülere garip gelmez bu durum. Bilirler ki Memet, ağabeyini sevmez. Ama Memet’in bakımından da geçiminden de ağabeyi sorumludur bilirler. İşin aslı ağabey, karısı ve çocuklarıyla evinde yaşar. Memet başka insanlara iş görmeye gittiğinde çoğunlukla orada kalır, karnını çoğunlukla köylüler doyurur. Ama kazandığı parayı ağabeyi alır. Başka da iş tutmaz zaten. Memet’in kazandığı para köy yerinde geçimlerine yeter de artar. Memet iş tuttuğu zamanlar eve nerdeyse hiç uğramaz ancak ağabey yine de köylülere sürekli şikayetlenir: “aç karnını ben doyuruyom, ben uğraşıyom onlan. Bakımı çok zor. Bütün param ona gidiyor.” diye. Gerçekte kimin kime baktığı bilinmez bir bilmece değildir. Köylüler de bilirler kimin kime baktığını ama bir şey demezler. Çünkü Memet’in ağabeyi ondan biraz daha akıllıdır diye bakımından o sorumludur. Hem Memet’e iş yaptırmak için ağabeyin gönlünü hoş tutmak gerekir.
Taliplisi çoktur Memet’in. Başka başka köylerden bile gelir insanlar Memet için. Yanık sesini dinlemeye değil elbet; hamallık yaptırmak için müsaade istemeye. “Birkaç gün götürelim de bizim işleri hallediversin.” derler ağabeyine. Biraz para verilince ağabeyin eline, asla hayır demez gelenlere. Üstelik hem bakımından şikayetlendiği Memet, birkaç gün çalışıp para kazanacak hem de çoğu zaman olduğu gibi eve de gelmeyecektir. Kendisi de her zamanki gibi köyün kahvesinde keyfine bakacaktır. Memet’in uzun süreli çalışmaya gidip de ortalıkta olmadığı zamanlar ağabeyin en keyifli zamanlarıdır. Oysa zaten Memet’in varlığı da yokluğu da birdir. Meydanda köylülerle zaman geçirir, karnını kim ne verirse onunla doyurur. Ağabeyinden bir isteği olmadığı gibi bir zararı da dokunmaz ona. Sadece bazen rahatsız edecek şekilde gözlerini diker ona. Böyle zamanlar, ağabeyin eve sarhoş gelip çok sevdiği yengesi ve yeğenlerine dayak attığı zamanlardır. Memet gözlerini ağabeyine diker ve ağabeyi bundan nefret eder. Ne de olsa bir bakıştır insana aslında ne yaptığını hatırlatan ve bir an için olsun yaptığını başkasının gözünden kendisi görmüş gibi görmesine sebep olan. Kolay değil elbet bu gerçekle yüzleşmek. Rahatsız eder insanı, kendinden rahatsız olurken insan, kendine ve yaptığına değil de görüldüğüne ve dolayısıyla görene kızar. Yapan değil de gören kabahatlidir. Zira gören olmadıkça yapılan yanlış da olsa sorun yoktur. Ama yapanların değil de yapılanları görenlerin kabahatli sayıldığı bir dünyada elbette Memet de dayaktan nasibini alacaktır. Bu aile dayağı bir kısırdöngüdür, her seferinde sıra en son Memet’e gelir. Ve sıra Memet’e geldiğinde araya girecek sağlam kimse kalmamış olur. Hiç sebep yokken en çok dayağı Memet yer. Hem sahi, sebep olsa daha mı haklı olur yaşatılanlar? Abisinden yediği dayak bayıltır Memet’i ve sabah gözlerine sızan gün ışığıyla zar zor açar gözlerini. Gücünü toplayıp köy meydanındaki kahveye gider. Kahveci “Gel Memet, sana kahvaltı verem.” der. Bir bardak çayın yanına bozulmaya yüz tutmuş bir dilim peynir ile küflenmeye başlamış birkaç dilim ekmek koyar önüne. Memet çok mutlu olur. Çünkü uzun süredir açtır. Önündekileri büyük bir iştahla yer. O sırada köy meydanında dört köylü belirir ve gelip Memet’in karşı masasına oturur.
Bu dört köylü kendi aralarında çok iyi anlaşan dört kafadardır. Her şeyi birlikte yaparlar; iyi ya da kötü her şeyi… Ama yaradılışları gereği mi, yetiştirilmelerinden mi yoksa kendi seçimlerinden dolayı mı bilinmez her nedense hep çoğunlukla kötü davranışlarda bulunurlar. Mesela Memet’in saflığını bildikleri için köyde en çok onlar bulaşırlar Memet’e. Hem dalga geçerler Memet’le hem de içlerinden geçen bazı kötülükleri Memet’e yaptırırlar. Memet bilmez iyiliği, kötülüğü. O sadece ona ne söylenirse onu yapar. Hele insanlar ona bir şeyi gülerek söyledi miydi o da çok iyi bir şey olduğunu düşünür, o şeyi güle güle yapar. Güle güle sinkaflı küfürler eder Memet olmadık insanlara mesela. Bir gün bu dört kafadardan Hikmet, Memet’in kulağına bir şey söyler ve Memet sonrasında doğruca köyün muhtarına doğru gidip ona “Lan eşek koysan buraya senden iyi idare eder köyü yavşak mıhtar!” der gülerek. Memet’in söyleyeceği söz değildir bu, Hikmet’in söylettiğidir. Köy meydanında kim varsa herkes katılarak güler Memet’in söylediğine. Herkes gülünce Memet’in kendi de daha çok gülmeye başlar. Zira öğrenmiş bir kere, herkes gülüyorsa o iyi bir şeydir ve katılarak gülebilir onlarla. O daha çok güldükçe muhtar daha çok sinirlenir. Sinirden suratı kıpkırmızı kesilir. Muhtar bilir Memet’i ama köy meydanında herkesi kendine güldürmesini cezasız bırakacak değil elbet. Bir suçlu bulunup cezası kesildi mi utanç unutulur gider, her şey kaldığı yerden devam eder çünkü. Ayaklarından bağlatıp yatırtır Memet’i köyün meydanına, alır eline sopayı. “Yer misin, yemez misin! Yer misin, yemez misin! Sen misin beni köylüye rezil eden. Saf seniiii, seni gendini bilmez.” diye bir yandan söylenir bir yandan var gücüyle sopaya yüklenirken “İlahi muhtar.” diye bir ses girer araya. Bu ses köylü Hatice kadına aittir. “Bilmez misin Memet’in saflığını. Niye yaparsın ona bu kötülüğü? Senin aklın daha mı iyi Memet’ten şimdi? Dayak yiyor diye daha akıllı olsaydı insan, şimdiye yidikleriyle akıllanmaz mıydı hiç gariban! Bırak garibi yetsin artık.” der ve atılıp muhtarın elinden önce sopayı alıp fırlatır sonra da Memet’in ayaklarını çözüp evine gitmesine yardımcı olur. Muhtarın siniri de geçmiştir zaten. Attığı dayak ne utanç bırakmıştır ne de sinir. Hepsini alıp götürmüştür. Öyle olur çünkü, sinir kendinden çıktığı an sen rahatlarsın, artık senin değil sinirini boşalttığının derdi olur. Ama sinirini boşalttığı Memet olunca hiç sorun yoktur. Bunu dert edinemez ki Memet. İçten içe bunu bildiğinden olsa gerek “Al götür şu safı, elimde kalacak yoksa.” der Hatice kadına.
Hiç bakmayın öyle Hatice’ye…Köyün en yürekli insanıdır Hatice. Kimseden sakınmaz sözünü. Çok sevilmez bu yüzden. Ama yürekliliğinin yanı sıra çok da güzeldir Hatice. Genç yaşta kocası öleli beri kimseyle evlenmemiş, bir başına yaşamıştır. Kolay değil hem bu kadar güzel olup hem de dul bir kadın olarak köy yerinde yaşamak. Ama Hatice yaşayabilir. Korkar köydeki erkekler ondan. Ona göz koyup da evini yol tutan birkaç kişinin başına gelen akıbet sadece kendi köylerinde değil başka köylerde de konuşulur olmuştur. Biri topal, diğerinin bir gözü yok, bir diğeri ise hâlâ kolunu kullanamaz hâldedir. Bu hâlleriyle bir de köyün maskarası olmuşlardır. Bu yüzden herkes durumu kabullenmiş, kimse ilişmez olmuştur Hatice’ye.
O gün Hatice kahvenin ordan geçerken dört kafadar kahvede oturmaktadır. Zaten bu dört kafadar öğlene doğru kahveye gelir, gelirken de yanlarına akşamı da çıkaracak yemek ve kendilerini kaybedene kadar içecekleri içkilerini da almayı ihmal etmezler. Bu işsiz, güçsüz kafadarlar her gün akşama kadar kahvede takılıp köylülerle eğlenir, akşam olduğunda da köyün dışındaki mağaralardan birinde demlenir. O gün yine her günkü günlerinden biridir ve akıllarına yine Memet’e takılmak gelir. “Hey!” der aralarından Hikmet: “Gelin len az eğlencemizi bulalım. Biraz eğlenelim şu Memet’le. Hele de bakın karşıdan kim geliyor. Köyün deli karısı Hatice.” “Deli meli amma ondan güzeli yok şu köyde. Ahhh benim avradım olacaktı ki…” der kendi avradı tarlada, karnında 7 aylık bebeğiyle ter döken ama kendi bedeni kahvede keyifte, aklı ise Hatice’de kalan Hüseyin. Hikmet’in eğlenme isteğine katılan Kadir, sandalyesinden doğrularak Memet’e gel işareti yapar eliyle, Memet hemen gider yanına. Kadir Memet’in kulağına eğilerek bir şeyler fısıldar. Memet yanlarından ayrılarak Hatice’ye doğru giderken Kadir sırıtarak arkadaşlarına bakar: “Görün şimdi eğlenceyi.” Aralarında en sessiz olan İsmail “Uğraşmayın len şu gariplen. Hem bi başına gadından ne istiyonuz?” der. Ama onu pek umursayan olmaz. Genelde böyle olur zaten. İsmail, üç arkadaşının kötülüklerine bir ses edecek olsa sadece ses ettiğiyle kalır. Diğerleri onu duymazdan gelir, İsmail de duyulmamanın ama yine de bir şey söylemiş olmanın verdiği rahatlıkla, düşüncede onlara katılmasa da davranışlarında onlara uyar. Sanki kötülük yapmayın demekle o kötülüğe ortak olunmuyormuş gibi gelir ona. Öyle ya böyle şeyler üzerinde düşünebilecek kadar aklı yok ki zaten. Yani kendisi böyle düşünür ve böylece diğer arkadaşlarına daha rahat uyum sağlar. Daha kolay böylesi onun için de diğerleri için de. Şimdi hepsi Memet’in kahvenin karşı tarafındaki Hatice’nin yanına gidişine diker gözlerini. Hatice Memet’in kendisine doğru geldiğini görünce hemen anlar olacakları. Geçen muhtara yaptıkları gibi kendisine de bir eşek şakası hazırlanmış belli ki. “Yine Memet’i kullanıyor bu köpoğlular.” diye geçirir içinden. Hatice sadece güzel ve cesur değil aynı zamanda çok da akıllı bir kadın. Durumu anladığı için hemen eteğinin cebinden çocuklar için taşıdığı şekerlemelerden birini çıkarır. “Memet gel bak, sana ne verecem.” der. Memet rengarenk şekerlemeyi görünce mutluluktan ne yapacağını bilmezce hemen şekerlemeyi kapar Hatice’nin elinden. Şekerleme gelince Memet’in aklı gider tabî. Kadir’in kulağına fısıldadığı her şeyi unutur ve mutlulukla şekerini yemeğe koyulur. “Hadi sağlıcakla Memet.” diyen Hatice yaptığı akıllıca hamlenin ve dört kafadarın planlarını suya düşürmüş olmanın mutluluğuyla onlara yan bir bakış atarak geçip gider önlerinden. Keyifleneyim derken sinirinden kızaran Hikmet “Gerizekâlı len bu. Memeet gel len buraya.” diyerek arkadaşlarına döner ve “O zaman biz de başka türlü eğleniriz.” der. Gel denilince Memet’e, her zamanki gibi hemen koşturur çağrıldığı yere. Dört kafadar bir de Memet hep birlikte köyün dışına doğru yürümeye başlarlar. Bu sırada Memet’le şakalaşır, dalga geçerler. Ama onlar güldüğü için Memet her şeyin güzel olduğunu düşünür. Bu nedenle herkes için her şey çok güzeldir. Köyden epeyce uzakta olan mağaraya gitmeleri akşamı bulur. Hemen Memet’e taşıttıkları heybelerden yemekleri çıkarırlar. Yemekler yenirken yanlarında getirdikleri birkaç şişe içkiyi de açarlar. Belli, gece uzun olacaktır. Bir yandan kendileri içer, bir yandan Memet’e içirirler. Saatler hızla geçer gider. “Haydi!” der Hüseyin “İç Memet iiiç. Başka yerde bulaman bu içkiyi.” Farkında değil Memet hiçbir şeyin. Gülerek içmekte, içtikçe kendinden geçmekte, kendinden geçtikçe her şey belirsizleşmektedir. Herkes güldüğü zaman her şey çok güzel ya Memet için hani, o da güler mutlulukla. Üstünü, başını soyarlar Memet’in. Kadir “Haydi Memet oyna bakalım, eğlendir gönlümüzü.” der. Memet güle güle döner etrafında ama takati de kalmamıştır, yalpalayarak dönmeye devam eder. Sanki dönen Memet değil de etrafındaki insanlardır. Sonra birden kulakları çınlamaya, midesi bulanmaya başlar Memet’in, yığılıverir orta yere sere serpe. Kimse oralı olmaz. Sonra karanlıklaşıverir ortalık, sanki karanlık hiç bu kadar kara olmamış gibi. Bu karanlık ne kadar sürer bilinmez, tıpkı Memet orta yere yığıldıktan sonra ne olduğu bilinmediği gibi. Ama bilinir ki her karanlık mutlak yerini aydınlığa bırakır. Böylece sabah olur, ortalık aydınlanmaya başlar, herkes kendine gelir ama Memet gelemez. İsmail Memet’in üzerine eğildiğinde buz gibi soğuk ve katı bir bedenle karşılaşır. Birden korkuyla irkilerek “Ölmüş gibi bu!” der. “Ne oldu len burda?” der Hikmet. Kimseden ses çıkmaz, kimse ne olduğunu hatırlamaz, sanki hiç orada olmamışlar gibi. Hüseyin “Ne dicez biz şimdi bunun ağabeyine?” der biraz titrek bir sesle. Anında bastırır Kadir, Hüseyin’in sesini. “Ne dicez len, hiçbir şey. Zati sevinir bile ağabeyi, kurtuldu diye bu saftan. Eğer bir şey soran olursa bilmiyom diceniz. Yoksa sizi bu saftan beter ederim.” der. Korkaktır insanlar, kötülük yapmaktan değil de yaptıkları kötülüğün sonucuna katlanmaktan korkarlar. Yaptıklarının sonucunda ne olacağını bilememek korkutur onları. O yüzden hiçbir şeyi bilmemek en iyisidir. Gerçekten de hiçbiri tam olarak bir şey bilmiyordur. Ama bildikleri bir şey vardır ki o da burada yatanın artık dün akşamki Memet olmadığı. Memet gitmiş yerine başka biri gelmiştir sanki. Öyle kaskatı kesilmiştir zavallı bedeni. Kimse ne olduğunu bilmez. Kimse ne olduğunu bilmiyorsa ve kimse ne olduğunu görmediyse hiçbir şey olmamış demektir. Gören göz yoksa olan bir şey de yoktur. Kötülük yapanların sessiz anlaşmalarının temel ilkelerindendir bu. Bu yüzden “Haydi!” der Hikmet “Herkes her şeyi toplasın sonra da evine gitsin. Eğer birine bir şey derseniz imanıma vururum sizi. Kimse dün gece burada olduğumuzu bilmeyecek.” Zaten korkan diğerleri hemen Hikmet’in dediğini yapıp toplanırlar. Köylüler köyüne, evliler evine döner. Bir tek Memet varmış gibi dün gece, bir tek Memet kalır geriye taş kesmiş bedeniyle. Böylece böyle bir akşam hiç yaşanmamış olur insanlar için.
Yine de bu yaşananları biliyormuş gibi mağaranın üstünde kuşlar dolanır, sürüyle, feryat eder gibi. İnsanlar görmemiştir, bilmezler ama kuşlar bilirler gibi olanları. Fakat anlayan yok anlattıklarını. Yine de kuşlar garip Memet’i anlatır feryatlarında. Gariptir Memet; garip gelmiş, garip yaşamış ve öyle de gitmiştir. Sanki hiç var olmamış gibi. Sahi, kimse varlığını umursamadığında var olmuş olmaz mı insan? Hiç var olmamış mıydı Memet? Kuşların feryadı varlığına kanıt değil midir Memet’in ya da ağlamaları hiç var olmamış gibi ölmesine? Ya bir zamanlar yanık sesiyle söylediği türkü: “Bu yol Pasin’e gider. Döner tersine gider. Şurda bir garip ölmüş. Kuşlar yasına gider.” Yoksa türküyü sadece kuşlar duymuştur da o yüzden mi sadece onlar vardır şimdi? Bilinmeyen birçok şey gibi bilinmez kalmıştır bu sorular da; varlığı ve yokluğu bir olanın diyarında…