Şüheda Bice : Neden Karnımı O Zaman Doyurmadınız?

NEDEN KARNIMI O ZAMAN* DOYURMADINIZ?

*Karnımı doyurmak moda olmadığı zaman.

 

https://open.spotify.com/playlist/0kapEJPkPEjMU2WoYQieJz?si=235680f852224e0d

Jack London’nın Martin Eden ceketi giydiği yarı otobiyografik eserinin sonlarına doğru gördüğümüz bir sorudur, “Neden karnımı o zaman doyurmadınız?” Bahsi geçen zamanı daha iyi anlayabilmek için hikâyeyi biraz başa saralım.

Martin Eden denizcilikle uğraşan ve içinde bulunduğu cehalet dolu ortamdan memnuniyetsiz bir adamdır. Kendini haritası ya da pusulası olmayan yabancı denizlere sürüklenmiş bir gemi gibi hisseder ve artık yönünü bulmak istiyordur. Yolu Ruth ve ailesiyle kesişir. Bu, Eden’in burjuvaziyle de tanışma anıdır. Ruth’a olan aşkı -yahut aşk sandığı duygu hâli- onun güzel cümlelere yatkın zihnini kitaplara daha çok yaklaştırır. Okur, okur ve daha çok okur. “Kitaplarla, resimlerle, güzel şeylerle dolu olan, insanların alçak sesle konuştukları, kendilerinin ve düşüncelerinin temiz olduğu bir havayı solumak ister.” Nihayetinde “onlar gibi” olmak ister. Bu yeni yakınlık, içinden çıktığı sınıfla arasına geri dönülemez zihinsel bir duvar örer. Bir süre sonra, okumalarında derinleştikçe ve derinleştiği yerden kendi dünyasını keşfettikçe, yeni tanıştığı sınıfın çöldeki serap misali gözündeki değerinin kaybolduğu bir an gelip çatar. İki bambaşka görünen dünya esasen, dönen bir daire üzerinde birbirinden uzaklaştıkça nihai bir noktada sırt sırta gelecek olan iki kişiyi anımsatır. “İnsan denilen yaratığın zihninde yer etmiş olan; kendi renginin, inancının ve siyasetinin en doğrusu, en iyisi olduğuna ve dünyanın dört bir yanına dağılmış diğer tüm insanların kendisinden daha talihsiz konumlara sahip olduğuna inanmasını sağlayan o yaygın dar görüşlülük, Ruth’da da vardı.” Martin artık ne ayrıldığı dünyaya ne de kavuşmak istediği dünyaya aittir, iki dünya arasında bir yerde, arafta kalmıştır.

Martin Eden, Ruth’un dünyasına kadar bin bir emekle gelir ve oradan geçip gider. Ruth’un dünyasına gelmek bir yükseliş olmadığı gibi oradan ayrılmak da bir düşüş değildir. Çünkü Ruth’un ve temsil ettiği sınıfın pek çoğunun fikirleri, tıpkı giysileri gibi başkaları tarafından üretilmiştir. Martin Eden ise “en hızlı giden yalnız gidendir,” görüşündedir. Bana kalırsa derdi en hızlı gitmek değildir tam olarak, onun derdi kendi yolunda gitmektir. Zihninde başkalarının dikiş izlerini istemez. Marten Eden ile belki de en çok burada empati kurabildim. Nitekim “daha”ya inancım yok benim. Daha iyi, daha güzel, daha kültürlü, daha başarılı…Daha’lı cümleler arttıkça kişi özünden düşüyor. Bu, işaret parmağı daima karşı tarafı işaret ederek yaşamaya benziyor. Martin Eden da toplumsal yaşam için oldukça zorlayıcı bir şeyi yaparak ortak akılla hareket etmeyi reddeder. Aynı yolda olduklarıyla dahi devamlı aynı yöne gitmek zorunda olmadığını keşfeder. Zira bütünüyle bir yere ait olmak, her şeyden bir parça olmak kadar gerçekdışı, dahası sahtedir.

 

Martin Eden’in yüzüne bakmayanlar, onunla aynı sofrada oturmaktan imtina edenler, yazılarını okuma tenezzülünde bulunmayanlar, onu yalnızca gördüğüyle yargılayanlar; Eden’in kalemi kıymetlenince ve onu sevmek “moda” olunca peşinden ayrılmazlar. Her biri onunla aynı masada yemek yiyebilmek için sıraya girer. Martin aynı Martin’dir, o değişmemiştir. Yalnızca Martin’in insanlar nezdinde algısı değişmiştir. Ve Martin Eden sorar, “Neden karnımı o zaman doyurmadınız? Karnımı doyurmak moda olmadığı zaman.”

Sizin alınız al inandım

Morunuz mor inandım

Ben tam kendime göre

Ben tam dünyaya göre