Şüheda Bice : Sahici Bir Öğretmen

SAHİCİ BİR ÖĞRETMEN

*Yazıyı okurken Kaan Boşnak’tan Deplasmanda Plasebo şarkısını dinlemenizi tavsiye ederim.

Spotify Listesi

 

“Delikanlının adı Santiago’ydu,” diye başlar Simyacı. Çoban Santiago’yu kitapta İspanya’dan Mısır’a hazinesini, kişisel menkıbesini, evrenin gizini ya da işte aradığımız o en derindeki anlam ney ise, onu bulmaya çalıştığı bir yolcuğa çıkarken tanırız. İspanya’da eski bir kilisenin önünde başlayan yolculuk; Afrika topraklarına adım atar atmaz yaşadığı soygunla, Billuriye dükkânında tanıştığı Müslüman Bülliruyeci ile, Sahra Çölü’nü aşarken yol arkadaşı İngiliz ile, “yaşadığını bile bilmeden onu sevdiğini düşündüğü” aşkı Fatima ile, hazinesini bulmayı planladığı Mısır piramitleriyle devam eder. En nihayetinde Santiago ilk başladığı noktaya, İspanya’daki eski kilisenin önüne gelir ve hazinenin aslında her zaman orada durduğunu keşfeder. Ancak bu keşif için o savaşı vermesi, o yola çıkması, çöldeki sabrının, fırtınadaki cesaretinin, aşkındaki içtenliğin sınanması, kendi menkıbesini bulması, gözlerinin hazineyi görebilecek anlama kavuşması gerekmiştir.

Simyacı kitabına ismini veren Simyacı karakteri kitabın son 40 sayfasında karşımıza çıkar. Bu yazarımız Paulo Coelho’nun öylesine yaptığı bir denk geliş değildir.  Santiago ile Simyacı’nın yolculuğun sonlarına doğru karşılaşmış olmaları, yolculuğun başlangıcında karşılaşmış olmalarından daha anlamlıdır. Zira Santiago’yu yol, Simyacı ile tanışma erginliğine ulaştırmıştır. Simyacı Santiago’ya der ki: “Bilmen gereken her şeyi sana yolculuk öğretti.” Ve artık Simyacı’yı dinleyebilecek dahası anlayabilecek bir Santiago olmuştur. Hayatımızın “Simyacı”sını beklerken bu detayı akılda tutmanın faydası olacaktır. Belki de henüz yolculuğumuzun boyu Simyacı’ya erişememiştir. “Simyacı atını sürdü: ‘Kim ve ne olursa olsun, yeryüzünde her insan, dünya tarihinde başrolü oynar. Ve doğal olarak bilmez bunu.’ Delikanlı gülümsedi. Hayatın bir çoban için bu kadar önemli olabileceğini hiç düşünmemişti”

Simyacı’nın bizlere çölün kavurucu sıcağı arasından kitabın sayfaları vasıtasıyla bıraktığı kalıcı bir öğretidir; yaşamın en sahici öğretmen oluşu. O zaman çok basit bir denklem kurabiliriz; yaşamadığımız hiçbir şeyin yargılayıcısı olamayız. Zira kimsenin yolundan, yolculuğundan haberimiz yok. Tam anlamıyla olması da mümkün değil. Kimin sırtında nasıl yükler var, yolculuğunun hangi aşamasında, belki büyük bir buhran içinde yahut az evvel kuvvetli bir fırtına atlattı, bilemeyiz. Bilmemiz mümkün de değil. Bizde ki yel başkasının fırtınasıdır. Bir başkasındaki ebem kuşağı bana gelene kadar kasıp kavurur, hortum olur. Bilemeyiz. Hepimiz şu delirmiş dünyada daha az delirmek için yollar yöntemler arayan, kendi yolunda devam eden falsolu kullarız. Ve bence Simyacı’nın bilgeliğini son olarak kulak vermeliyiz: “Başkasının kişisel menkıbesine burnunu sokan kimse kendi kişisel menkıbesini asla keşfedemez.”