Yasin Taçar : Hobbes ve ahlaki yükümlülük.

HOBBES VE AHLAKİ YÜKÜMLÜLÜK

Hobbes, bir insanın “egemenin” altına girmesi zorunluluğundan bahseder. İnsan, egemene haklarını devreder, devretmek zorundadır. Belli bir “çıkar” karşılığında gerçekleşir bu sözleşme. Çıkar kavramını kullanması önemli. Zira bu çıkar, Hobbes’a göre sözleşmenin geçerliliğinin teminatıdır.

İnsan yaşamını güzel geçirmeyi isteyecektir. Sahip olduğu mülklerin, kazançların güvenliği de burada önem arz etmektedir. Bu güvenliği, egemen güç sağlayacaktır. Egemen güç, (buna devlet diyebiliriz) kişiye güvenliği vaad etmektedir. Dolayısıyla kişi, egemen güce belli haklarını devrettiğinde buna uymak zorundadır, geri adım atamaz, verdiği sözden cayamaz. Çünkü caydığı takdirde zarar görecek olan egemen güç değil, kendisidir.

Esasında liberalizmin temel devlet anlayışı zaten bu şekildedir, merkezinde bu güdü vardır. Devlet, halkın hayatına minimum düzeyde karışma hakkına sahiptir. Devletin temelde iki sorumluluğu vardır: Güvenlik ve hukuk. Ki aslında bu ikisi aynı başlık altında değerlendirilebilir, yani devletin tek bir sorumluluğu olduğundan rahatlıkla bahsedebiliriz.

Burada bizim üzerinde duracağımız nokta, Hobbes’un öne sürdüğü ahlaki tavrın temelinde yer alan menfaat düşüncesi olacak. Liberalizme göre insanın merkeze koyacağı etken her zaman kendisidir. Hatta bunu “bencilliği değil, ben’ciliği savunuyoruz” şeklinde özetleyen liberal politikacılar olmuştur. Öte yandan Aynd Rand’ın mesela Ego adlı kitabı tamamen ego’nun önemi üzerine durur, aslolanın kişisel çıkar olduğunu savunur.

Burada liberalizm ne dinlerin ortaya koyduğu ahlaki anlayıştan ne de bugüne kadar filozofların öne sürdüğü ahlaki anlayıştan etkilenmez.

İnsana bakış aslında somut veriler üzerinden gerçekleşir çünkü. Mülkiyetçiliği öylesine önemser ki liberal düşünce, insanı da sahip olduğu mülk üzerinden bir değerlendirmeye tabi tutar. Kişi için hayatın amacı mülk sahibi olmak, böylece refah içinde yaşamak, bu nedenle de sahip olduğu varlıkları kaybetmemektir.

En basitinden refah içinde olmak ile varlık sahibi olmak arasında elbette bir ilişki olsa da bunu sadece oraya indirgemek dahi insanı tanımamanın göstergelerinden biridir. Kazanmak ile mutlu olmak arasında elbette ilişki vardır ama mutlu olmak salt kazanmaya bağlı değildir.

Bir anlaşma çıkar üzerine kurulduğunda ise temeli dayanıksız olacaktır. Liberalizm menfaati bağlayıcı görse de bağlayıcılığı da menfaate göredir, atladığı nokta burasıdır Hobbes’un. Evet, kişi egemen güçle gerçekleştirdiği anlaşmaya menfaatine uyduğu için sadık kalacaktır ama menfaati bir gün başka bir nokta ile kesiştiğinde sadık kaldığı anlaşmaya sırt çevirmesi bir an dahi gecikmeyecektir ve sadakatinin zedelendiğini düşünmeyecektir çünkü o sözleşmeyi yaparken sahip olduğu tavır, sözleşmeden cayarken sahip olduğu tavır ile aynıdır.

Yine de liberal düşünce en azından ekonomi konusunda kolayca kenara atılacak bir düşünce değil. Kaldı ki dünyada denenmiş olup da görebileceğimiz örnek yok gibi bir şey. Amerika var sadece ama o da politik düzlemde liberalizmi ayağının altına almasıyla meşhur. Siyaset felsefesi bakımından liberalizmi anlamaya çalışmak faydalı olacaktır kanaatindeyim. Neticede mevcut düzende de (diğer ülkeleri de hesaba katarsak) ekonomik olarak istikrarın bir türlü sağlanamadığı malum.

Crawford Brough Macpherson’ın Mülkiyetçi Bireyciliğin Siyasal Teorisi kitabı Ketebe Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. Eser liberalizmi geniş çerçeveden ele aldığı için kıymetli. Hobbes, Locke tüm yönleriyle irdeleniyor ve liberal felsefenin yüzyıllara ayna tutularak kıyas edilmesi de somut bazı sonuçları elde etmemize, en azından yaklaşmamıza yarıyor.