
NECİP TOSUN’DAN YAZMA DERSLERİ
Yazmak için ne yapmak gerekir? Bu soru yazar olmak isteyen herkesin kendisine ve büyüklerine, yazarlara yönelttiği soruların başlılarındandır. Sadece o aşamada kalmaz üstelik, on kitabı olan bir yazar da zihninde yeni kitabın taslağı oluştuğunda onu nasıl yazması gerektiğini kendisine belki bir belki onlarca kez sorar.
Yazmak nasıl gelişir? Aslında temelde bu iki sorunun cevabı vardır: Çok okuyarak ve çok yazarak. Burada çok demekten kastım düzenli olmasıdır. Evet, yazmak yazarak öğrenilir. Okumak ise yazarken insana karışım neticesinde bir formül sunar, özgünlük biraz da böyle kazanılır. Okurken bir de yazarların biyografisini okumak vardır. Artık yazarlığının ustalığı tüm kesimlerce tescillenmiş isimlerin o güne, o dereceye nasıl geldiğini okumak insana hem şevk verir hem de ufuk kazandırır. Her yazar her kitabıyla yazarlara bir rehberdir aynı zamanda. Kendini anlattığında nasıl yazdığını doğrudan anlatırken edebi metinlerinde de nasıl yazdığını doğrudan gösterir.
Necip Tosun hem öyküleriyle hem de teori eserleriyle edebiyat yolculuğunu taçlandırmış, zenginleştirmiş yazarların en önemlilerinden biri olarak kazınmıştır zihnimize. Onun sadece öyküleri değil, öykü üzerine incelemeleri, edebiyat üzerine çalışmaları da okurlara ve yazarlara rehberlik etmekte, yeni bakış açıları kazandırmaktadır.
Ketebe Yayınları tarafından okurla buluşturulan Yazma Dersleri ise şüphesiz çok farklı yerde ve önemde olacak mühim bir eser. Tosun eserinde otuz yazarın kendi notlarından yazma yolculuğunu ele alıyor, üstüne de kendi birikimini katarak biz okurlara müthiş bir reçete sunuyor. Usta yazarların yazıya yaklaşımı, nasıl yazdıkları, yazı evrenlerini nasıl oluşturdukları, yazıya hangi duygularla yaklaştıkları başlığın hakkını verecek biçimde bir “yazı dersi” çıkarıyor ortaya.
Yazarların yolculukları sadece kuramsal düzlemde yer almıyor aynı zamanda onların anıları da eşlik ediyor yolculuğa, böylece usta isimlerin yazar dünyalarına bütüncül manada yaklaşılmış, hatta tanık olunmuş oluyor. Yazı başlı başına bir yazarın özel alanıyken, mahremiyken; burada özel alanlarına daha da yakından tanık olunarak yazar ile yazı arasındaki sınır aşınıyor, bu sayede de reçete şifası şüphe götürmeyecek noktaya ulaştırılıyor.
Necip Tosun’un çalışması gerçekten hayranlık uyandırıcı. Büyük emek gerektirdiği eserin her sayfasından belli. Tosun sadece yazmakla yetinmiyor, yazmak isteyenlere de nasıl yazılacağını her kitabında yeni ve farklı bir pencereden gösteriyor, onların eserleriyle ellerinden tutuyor.
Tosun’un deyişiyle “Sanatçı gerçeği olduğu gibi aktarmak yerine, onu işleyerek, sadeleştirerek ve dönüştürerek eserine yansıtır. Bunu yaparken eksiltme, arındırma ve temizleme işlemi uygular.” Tosun söylediği sözü vakit geçirmeden gerçeğini göstererek ispat ediyor. Behçet Necatigil’e kulak verelim: “Konularımı maddi, manevi cepheleriyle ya kendi hayatımdan ya çevremden alırım. Ama verişlerimde bir prizmadan geçmişcesine asli şekillerde değişmeler olur, neticeyi çok kere ben bile tanımakta güçlük çekerim.”
Evet, sanat işlendiği andan itibaren sanatçının kontrolünden dahi çıkmaktadır. Sanat öylesine bir mevcudiyete ve kuvvete sahiptir ki sanatçı bir noktadan itibaren onu okura ulaştırmakla görevli bir aracı konumunda buluverir kendini. Böylesine güçlü bir sahada ayakta durmak ve başarılı olmak için elbette insanın kendisinden vermesi bile gerekebilmektedir.
Yaşamı gerçeğini özümseyerek yeni bir yaşam formu yaratıp sunmak sanat ise bunu yapmak için yazarın kendi yaşamından soyutlanabilmesi ve yeni formda da nefes alabilmesi gereklidir! Yazma Dersleri bu yeni formun var edilişinin birinci ağızdan tanıklarla aşikâr edilmesidir.