Ayşe Gülce : Cam Kırığı

CAM KIRIĞI

            Ben sana başka bir dünya başka bir ses ayırdım. Sen herkesin içinde olduğu dünyanda herkesle konuştuğun sesinle konuşuyorsun. Ayrı bir zamanım var senin için ayrı bir yer. Sen herkesin bildiği zamanın akışında bir yerlere koymaya çalışıyorsun beni. Böyle anlayamayız birbirimizi diye benim için ayrı bir dünya ayrı bir zaman ayrı bir ses bulmanı bekledim. Boşuna… Hayal kırıklığımın saçları dolaştı birbirine çözemedim. Sen tarasan açılırdı bak bunu da çok bekledim. Önüne oturtsan okşaya okşaya acıtmadan çözerdin. Sen gelmeyince aynanın karşısına geçirdim onu, “Kendin çöz!” dedim. Kemik bir taraktı, senden bir parçaydı, hani Havva’nın yaratıldığı, sağlamdı ama kırıldı, vazgeçtim. Cennetten kovdurmadım, korkuların hayatta tutsun seni. Özerk değil güvenli bölgedesin. Seni anlamak için sana ayırdığım dünyadan göçtüm. Sesim orada kaldı, zamanı da yanımda getiremezdim. Birimizden biri eşitlemeli bunları, sen gelmeyince ben geldim. Burada herkes gibiyim bak benim de herkes gibi sesim, aynı zamanın içindeyiz anlaşabiliriz ama özel değilsin. Boşa harcanmış nefeslerle ömrümden ömür yitirdim. Hep inandığım için. Bana karşı dürüst değilsin.

            Çırılçıplaksın, gördüm. Sana ayrılan dünyadaki kıyafetlerinden soyundun, ben sana kalabalığa yakışacak bir hırka ördüm. Kendim de giyindim. Bu dünyaya büründüm. Ne yaparsan yap, nereye gidersen git, ne konuşursan konuş beni soyunmuş göremezsin. Sesimi perdeledim, yüzümü peçeledim, bu zamanın elbiselerini giydim. Herkesin içine koyduysan herkes gibiyim. Sabahları sana kuşlarla şarkı söylemeyeceğim. Onlar sevmenin telaşında, sen değilsin. Ne ne istediğimi bildin ne kendinden haber verdin. Mektup da güvercin de değilsin. Bense her şey olabilirdim, denedim. Hiçbir şeye yolculuğunu her gün yollara söyledim. Benimle ezberdeler, şahitler. Gün gün tükendin. Her gün doğumundan gün batımına nasıl eksildiğini bilmeni isterdim. Yolunu değiştirmedin. Doğru yerdeydin, yanlış olan bendim. Yalnız sen istediğinde yanlışa meylettin benim ihtiyacım varken doğrulukta direttin. Nihayetinde senin doğruna varabildim, seninle aynı yerdeyim. Çok kalabalık burası ama alışabilirim. Aynı yerde hiç olmadığım kadar uzağında durabilirim. Hani söylemiştim. Kırılmaz bir yanı vardı kalbimin. İçinde sular çağıldardı, içinde gülüşün, ellerin. O yanını kırılır eyledin. Sen, sözlerine şiirler yazılacak adam değildin. Öylesin zannettim. Zaten çok az söyleştin benimle. Öyle herkesin içinde herkesle sıradan laflar ettin. Ben onları seçtim. Üstüne yaldızlar saçtım. Boşlukta dolanıp durmasınlar, kaybolmasınlar diye birbirine ekleyip süsledim. Sana ayırdığım dünyada sana ayırdığım zamanın içinde sana ayırdığım sesimle yazdım. Oradaki yalnızlığıma uğramayacağını bi söyleseydin “Gittin ve bittin!” diyebilirdim. Diyemedim. Umut etmeyi severim. Ondan buraya kadar çekiştirdim sündürdüm. Uzamıyormuş, yenicik fark ettim. Mış gibi yapıyor. Bıraktığım an başladığı yere dönecek. Adım atsan bu kadar gerilmezdi de boş ver öylece durduğun için kabahatli değilsin. Ne de olsa çekiştiren bendim. Bırakıyorum ucunu bak haber de verdim. Canın yanmasın diye kenara çekilebilirsin. Ucu elinde de değildi belki ben öyle hayal ettim. Geçti gitti, kalmadı beklentim.

            Az önce bir filmde izledim “Yapılamayacak olanı yapmaya çalışanı isterler!” Kim? Kadınlar. Dilim döndüğünce anlatmak istedim. Anlayabileceğinden emin değilim. Hatta hiç anlamayacağına yakın bir yerlerdeyim. Bana sinirlenebilen biri değil istediğim. Üzgün olduğunu, kırgın olduğunu bile bile öylece bekleyen birini ömür boyu sevemezsin. Öfkenin önüne geçemiyorsa sevgin, sevdiğini iddia edemezsin. Bir takıntı, bir saplantı, bir yanılgı olabilirim ama baktım, gördüm, duydum, dinledim kesinlikle sevilen değilim. Hissedemedim. Suçlu değilsin. Bu benim problemim. Ama nasıl sevilen olunur bilmeyen biri de değilim biliyor musun? Ben sevildim, sevilmekteyim, hissettim. Bilmekle kalmadım deneyimledim. Gözümün içine bakıldı, incitmekten korkuldu, üstüme titrendi, ne istediğim ne hissettiğim umursandı karşılık verildi, gönlüm kırıldığında vakit kaybedilmedi, gereksiz öfkelerime, hak edilmeyen sözlerime tahammül edildi, hoş görmesem de hoş görüldü, mutsuzsam yüzüme yayılacak birazcık tebessüm için bıkmadan emek verildi. Olması gerektiği gibi. Bu benim gördüğüm, bildiğim, istediğim sevgi. Yaşanıyor da halihazırda, bitmedi. O sevgiye, o mutluluğa, o huzura baktıkça içim eridi, affetmedim kendimi. Vicdanım nefessiz kalacak kadar suyun içinde bekledi. Ciğerleri parça parça ama ölmedi. Yine de bununla yaşamanın acısından sana hiç bahsetmedim. Beni bunun içinden çıkaracak kudrette sevmeliydin ki ben de sabırla bekleyebileyim. Bu mutluluğun huzurun içinden çıkmaya değecek hiçbir şey görmedim. Kör olduğumdan değil, koskoca bir boşluğa baktığımdan pes ettim. En kötüsü de tüm bunlar hayatımdan çıkıp gitse de sana ait sesime dönemeyecek haldeyim. Öyle dönülmez örselendim. Neyi bekleyeyim? Hiç gelmemiş ve hiç gelmeyecek olanı mı? Bundan sonra gelsen de ben buraya aidim. Nefes aldıkça canım yanacak. Affetmeden, affedilmeden öleceğim. Bitti bekçiliğim. Beklediğim gibi gelsen de bir gün, geç kaldığında bıraktığın gibi bulamayacağını en iyi sen bilmeliydin. “Öyle bir duygu ki aşk değil nefret değil!” dedikleri yerdeyim. Buraya aşktan geldim. Nefrete gitmeyeceğim. Ömürlük yerleştim “Bi çaya bi kahveye gel…” falan demeyeceğim çünkü burada sen yoksun, sensizlik var. Beni sensizlikten alıp gidemezsin. Hiçbir yere götüremezsin. Yıldızlararası bir yerdeyim. Ufalanan tozların arasından o sahneyi defalarca izledim. Çıkış ararken zamanını geçirdin. Sensizliğe alışmış ya da alıştırılmış birine ne söyleyebilirsin hiç düşündün mü? Tabi sana göre “Her şey söz mü?” Değilse sözsüz anla bundan sonra, zamanla, vicdanla…                                                                       

            Üstümden uçan kuşların gölgeleri yere düşüyor. Yerde bırakmıyorlar alıp gidiyorlar. Akşam vakti kuşların da gölgelerin de tüneyeceği yerleri var. Gölgeler ışık varsa var. Işık yoksa tünedikleri yerden kalkıp uyanmazlar. Senin gölgeler gibi ardına sığındığın nedenlerin var. Gerçek değil onlar. Onların da ardında duranları gördüm. Gözüm kamaşmadı ışığa yürüdüm. Kıymetimi de kıymetsizliğimi de sezdim. Hafife aldığın sözlerle bunun üstünü örtemezsin. Pencere önündeki parmaklıklara konmuş kuşlar. İçerdeyim. Cama yansıyan akşamüstünün üstünde duruyorlar. Küçük bir oğlan çocuğu korkuttu kuşları, elinde kocaman bir taş, kuşları anlamazlığına yoldaş. Güneşe varamayacak olan taş, yansımasına çarpar. Dağılır yansımadaki kızıl bulutlar. Gün batımı, pencere, kuşlar, taş ve kırıklar…

Telafisi olmayan ne varsa ellerimde tutuyorum ve ellerim ceplerimde. Kırılanlar var içlerinde. Kimseler kızmasın diye sakladım. Sen merak etme kimseler görmeden de toparlarım. Bir tek senin görmeni isterdim kanayan yerleri ama ondan da vazgeçtim. Birazdan ceplerimden çıkarıp birbirine vuracağım ellerimi. Acıyla belki uyuşuklukla uyandıracağım kendimi. Koşarak uzaklaşabilirsin ya da sessizce. Korkacak hiçbir şey kalmadı. Uyurken adını sayıklamadım hiç. Uyandıktan sonra da söylemem kimselere.

Olan camlara ve kuşlara oldu. Parmaklıklar yerli yerinde!

“Kalbime tüneyen kuşlar uçuştu/ Cam kırığı gibi doldun içime…”