Ayşe Gülce : Eksik Bir Şey mi Var?

EKSİK BİR ŞEY Mİ VAR

 

Dumana boğulmuş odanın penceresini açıp başını uzattı. Ağzındaki son dumanı son nefesmiş gibi temiz havaya bıraktı. Öyle özlem dolu, öyle mahzun uğurladı. Ağzından çıkan duman pencereden çıkanla karıştı, kayboldu, dağıldı. Bekliyorum her seferinde, başka türlü bir son nefes olsa diye. Bu sefer son olsa diye. Pencere önündeki son izmarit olsa o mesela. Sonra tertemiz olsa. Nefesi kokmasa, dişleri sararmasa, ona sarılırken nefesim tıkanmasa, öperken midem bulanmasa… Dumansız yaşasa Sacit. Ben de evimi, içimi havalandırsam; yeniden başlasam. Ölümle yaşam bir pencere uzağında ama dışardan bakınca başka içerden bakınca başka. O içerde nefes alabiliyor sanki. Dışarısı onu boğuyormuş gibi. Hışımla kapattı pencereyi. Benim çiçeklik diye dışa doğru uzattırdığım mermerde duran kül tablasına bastı söndürdü sigarasını. Buraya taşındığımızdan beri tek saksı kalmadı bu pencerede, kül tablası hepsini kovdu. Sigarasını evin içinde içip izmariti pencere önünde söndüren bu adama ne desem kâr etmiyor. “Elim kolum çarpacak düşüreceğim, çek şunları!” diye diye bir bir yolladı küpe çiçeklerimi, sardunyaları, camgüzellerini…

Burası evin ışık alan tek penceresi, çiçeklere ayıp etti. Oysa küçüklükten toprak saksılarla, çiçeklerle arası epey iyiymiş. Kendi hatırlamaz da dört yaş öncesini, ana babasından dinledim hepsini. Adam kırk küsur yaşında hala bir araya gelince muhabbet, ilk çocukluğu. Bir tek bana değil her gelene anlatırlar. Lafı döndürüp dolaştırıp illa oraya getiriyorlar. Dinleyen Sacit’i tanısın tanımasın, merhabası olsun olmasın, Sacit anlatılanlardan utansın utanmasın, yüzü kızarsın kızarmasın dert değil onlar için. Anlatırken hep aynı heyecanla, ilk kez anlatıyormuşçasına, o anı naklen canlı izliyormuşçasına anlatırlar. Hatta o anın içinde dolaşıyorlar zaman yolculuğunda. Sacit üç dört yaşlarında, bunlar beş yıllık evli karı koca… Dinleye dinleye ben de dahil oldum yolculuğa. Çocuk gibiymiş gibi hoş görüyorum Sacit’i ne yaparsa. Ama bazen çocukluk demeyip koca adam demeyip bi temiz döveceğim geliyor. Geçen benekli begonyamı tepesinden kırmış. “Niye yaptın?” dedim. “Bunlar çiçek açmaz.” dedi. “Kırmayınca!” Ben bi açılacağım görecek gününü çok bilmiş! Tiryakiliğiyle yerinden ettikleri yetmiyor içerdekilere kıra kıra çiçek açtıracak, bak bak. Pencere önündekileri de kırdın ışıklarından edip hani açtılar mı çiçek? Ben kıyamam çiçeklere, varsın açmasınlar gönülleri bilir. Kırılmak benim için mühim meseledir. O acımaz ama hoyrattır elleri, çıt çıt büküverir. Evin yakınındaki yapı markete gittiğimizde de menekşe yapraklarından kırıp getiriyor. Neymiş efendim “Sahibi görmeden dalından kırılıp -çalınıp- dikilen çiçek hemen tutarmış.” Çiçekleri bari alet etmeyin, uydurmayın kılıfına. İnanacağım da geliyor, salonun her köşesi menekşe bizim. Tutturmadığı yok. Çiçek açmalarını dert ediyormuş sanmayın menekşeden başka çiçekli bitki de sevmez o. Deve tabanı alır gelir, kauçuk, paşa kılıcı falan işte. Çiçek açmayan ot nevinden şeyleri sever. Kırılınca çiçek açıyormuş, hıh! Çiçek sevene bak sen. Ben de bir gün o üstüne titrediğin şans bambunu kırıvereceğim çiçek açsın diye, o zaman yaygarayı koparırsın ama. Bu çiçeksiz bitkiler hiç kırılmadığından çiçeksiz biliyor musun, deyip eline tutuşturuvereceğim kırılmak neymiş anla. Hem “Kadınlar çiçektir!” Bunca zaman kırdın beni çiçeklendiğimi gördün mü? İkinci hanımı sahibinden habersiz alıp kaçan teyze oğluna da mı bakmadın? Tuttu mu evlilikleri? Ya çaldığın çiçek tutarmış, kırınca çiçek açarmış işlerini bırakın ya da “Kadınlar çiçektir!” sözlerini. İşinize geldiği gibi yemeyin bizi. Bak yine merhametle başlamıştım güne ama tepem atıverdi. Onu çok seviyorum ben ama zerre görmüyor beni. Gözlerinin içine bakıyorum içini okuyorum -hani o da okuma biliyordur belki diye- ısrarla bekliyorum, çekiveriyor gözlerini. Alıyor çakmağını eline, gözü yanıp sönen alevde. Bana bu kadar yakından baksan sönmezdim biliyor musun? İçine çeksen zehirlemezdim. Bana bu kadar dokunsan tükenmezdim. Dumanına baktığın özlemle baksan ardımdan, hiç dağılmazdım, senden uzaklaşmaz canında dururdum. Çiçekleri de dert etmezdim, hiçbir şeye söylenmez tatlı tatlı söylerdim. Ben senin eşin değilim. Tutkunu olduğun sigaranın hizmetçisiyim. Dökülen külleri süpür, evi havalandır, yaktığın kanepeyi ört, minderi kaldır, halıdaki göz göz yanıklar görünmesin diye halı örtüsü aldır, çiçekler keyfini bozmasın başka yere kaldır. Sana verdiği asabiyeti hoş gör, kendini kandır, bi sebebi vardır…

Bizim evde saksı çiçekleri kavga sebebi. Bir de evde içilen sigaranın külleri. Çocukluğuna kadar oradan iniyoruz zaten Sacit’in. Sigara alışkanlığının temelini kazıp kazıp bir şeyler çıkarıyoruz. Tüm muhabbet oradan başlıyor her seferinde. İlk duyduğumda inanmadım Allah var. “Ben söylenmeyeyim, kızmayayım diye bula bula bu yalanı mı buldunuz; görülmüş duyulmuş şey mi?” diye içimden güldüm geçtiydim. He canım he, hep şifa bulsun diye! Baktım zamanla herkese aynı hikâye, mevzunun benle bir ilgisi yok, çocukluğuna yakından uzaktan tanık olan herkes ayrıntıları biliyor. Birinin kaldığı yerden öteki alıyor sazı eline. En son bunlara akıl verenle de müşerref olunca “Tamam.” dedim yalanı yok bunların. Akla hayale gelmeyecek olanı bi delinin aklına uyup yapmışlar. Uydum akıllı bunlar. Bir de hatalarını her muhabbette açıp, gülüp eğleniyorlar. Tabi yaptıkları büyük marifet. Ben ne bekliyorum? Birazcık olsun mahcubiyet. İnsan, evladına böyle bir şeyi nasıl yapar hayret! Hadi yaptın sonra hiç mi pişman olmadınız? Yoksa hala aynı kafada mısınız? Çocuğumuz yok daha ama olunca saniye yanımdan ayırmam. Ne babasına güvenirim ne sülalesine. Sigara tutuşturulur mu üç dört yaşındaki çocuğun eline? Hem ne diye? Toprak yiyormuş Sacit; bağda, bahçede, saksı diplerinde. Bağı suladıklarında, bahçeye yağmur damladığında, saksı çiçekleri sulandığında, toprak burcu burcu koktuğunda tutabilene aşk olsunmuş. Kundağa sarılmayacak kadar büyük laf anlamayacak kadar küçükmüş. Köy yerinde iş güç kimseler peşinde dolanamazmış. Saldım çayıra Mevla’m kayıra! Ağzından yüzünden çamur eksik olmayınca dişlerini göstere göstere sırıttığı bir anda dank etmiş kafalarına. Ne yapsak ne etsek de vazgeçirsek telaşına düşmüşler. Evin içindeki saksıları kaldırmışlar, toprakla bağını kesmişler de ne zaman kadar hapsedeceksin evde. Toprak testileri kapları yalamaya başlamış, bulduğu minicik delikleri minicik tırnaklarıyla oymuş oymuş tozunu yutmuş. Kerpiç evde sıvayı kaldır altı toprak. Kazmadık, eşmedik yer bırakmıyormuş. Ateşte pişirilmişi, samanla karışmışı fark eder mi toprak tutkununa. Ne bulsa nerede bulsa yutuyormuş. Bağırsakları taş gibi olmuş. Sabun yürütmüşler birkaç gün düzelmiş sonra gene kurumuş. Ufacık çocuk dövseler olmaz sövseler olmaz. Bu böyle olmuyormuş. Çaresiz el elde baş başta balkonda otururlarken bir gün bir aklıevvel, namıdiğer Tüttürü Leyla elinde sigara karşı pencereden aşağı çatallı sesiyle bağırmış. Bizimkilere değil canım. Kapı önündeki soluklanma taşının üstünde yaz kış demeden oturan örgüsü de elinden eksik olmayan kocasına:

-Kalk git bana paketi al gel. Hadi kalk yürüyüş yapmış olursun!

-Bugün almayacağım, günü değil.

-Kalk dedim, ceketinin cebinde para var hadi.

-Gününü bekle kadın, pazar alırım, gir içeri.

-Aman be!

Kocasını koca taşın üstünden kıpırdatamayan Leyla son sigarasını da yakmış bulunmuşmuş. Kendi gidip alamaz prensipleri var, bi çocuk tutup yollayamaz kocasından az da olsa korkarmış. Höt höt dövecekmiş gibi konuşur, emirler yağdırır durur, sesi herkesi korkutur ama kocasının sınırlarında dururmuş. Adam; dışardan baksan vah yazık, elinde örgü akşama kadar kapı önlerinde, karısı suratsız, güler yüzden nasibini almamış, sesi tatlı dile müsaade etmeyecek kadar çatallaşmış, nefesinin kokusu evi sardıkça kendini dışarı atıyor gibi. İçerden bilemeyiz tabi kim kimin ömrünü yedi. Beş mille çorap örmeler, hırkalar, kazaklar yelekler, elinde hep tığlar, şişler. Böyle böyle stres atıyormuş gibi görünüyor da ne kadının günahını alalım ne adama yazıklanalım, biz bizimkilerle olan ilişkilerine bakalım. Benim kayınvalide kayınpeder ömürlerinde ağızlarına sigara almamış insanlar. Bu Tüttürü Leyla’yla komşular. Gerçi dumanından nasipleniyorlardır, Leyla’nın tüm mahalleye yetecek dumanı var. Leyla kocasını bakkala gönderemeyince bakmış pencereden bizimkiler dertli dertli oturuyor balkonda. Sigarasından son nefesi iştahla içine çekmiş izmariti pencere önünde söndürmüş, kapı girişindeki kocasının yanından çalımla geçmiş, şalvarını toplayıp bizimkilerin yanına ilişmiş. Hayırdır, demiş. “Ne dertli dertli oturup durursunuz sabah beri?” Kayınvalideyle kayınpeder anlatmış meseleyi. “Bi çare bulamadık buna biz ne etsek ki?” Çareyi bulmuş tabi Leyla. Hem kendine hem kocama. Demiş: “Sigara versenize siz bu çocuğa! Ben de toprak yermişim küçükken, elimi meşgul etsin diye mi şifa niyetine mi orasını bilmem, sigara içirmişler. Şak diye kesmişim toprakla ilişiğimi.” Olur mu olmaz mı düşünmemişler. Kayınpeder yerinden fırladığı gibi kapmış gelmiş paketi. Hem Leyla’nın işi görülmüş hem böyle çare mi olur diyemeden Sacit’in toprak yeme hastalığı tedavi edilmiş. Çocuktur, ciğeri körpedir diyen yok. Bu aklı veren kadının haline bakın çocuğun ilerisi ne olur, diyen hiç yok. Toprak yemesin de afedersiniz b…k yesin. Öyle kafaya takmışlar bu işi. Bildiğin hırs yapmış adamlar. Anne merhamete gelecek olmuş susturmuşlar. Bi boşlasın bakalım şu işi bi unutsun alırız elinden nasılsa, deyip kendilerini avutmuşlar da onlar elinden alamamış çünkü Sacit Tüttürü’den el almış bi kere. Pencere önünde sigara söndürüşü bile aynı işte. Bu yola diz kırıp boyun büküp bağlanmış. Sonuç ortada. Evlendik barklandık Sacit hala tiryaki. Toprak yemiyor şükür. İleri görüşlü kayınvalidemle kayınpeder tabi. Toprak yiyen adamı evlendiremeyiz de sigara içenin alıcısı bulunur illaki, diye düşünmüşler. İyi de etmişler, tabi şu yaşta toprak yese evlenmezdim ki. Bu yaşa da gelemezdi Allah bilir. Ne yapıp edip kurtarmışlar çocuğu, bak böyle düşününce de hak verdim bizimkilere. Hay Allah razı olsun senden Tüttürü! Yarın bir paket alıp ziyaretine gideyim. Emeğin çokmuş bizimkinde ben bilemedim kıymetini bunca zaman buğz ettim sana affet, diyeyim. Bizimkilere de tavırlı hallerimden vazgeçeyim. Az bile övünüyorsunuz siz anacım. Bundan sonra yoldan sokaktan geçenleri de çevirip çevirip anlatın, bilmeyen kalmasın neme lazım bi yerlerde bi çocuk toprak falan yiyordur hayatını kurtarırsınız. Öldürmez, tiryaki bırakırsınız. Hayrınız bol olsun. Sen de gel Sacit, izmariti de pencere önünde söndürme bundan sonra. Varsın dökülsün, evin içine uçuşsun sigaranın külleri. Yaksın sağı solu, kanepeyi, minderi. Ölsen daha mı iyiydi? Ben anladım senin çiçekli saksılara kinini, hem sevip hem nefret edişini. İtişip kakışmaya, kavgaya, söylenmeye, içten içe kurmaya hacet yok artık. Tüm taşlar oturdu beynimde, kuş gibi hafifledim şimdi. Bir zeytin dalı kır da ver ağzıma. Uçur anana, babana, konu komşuya, akrabalara. İçimdeki kavga dövüş bitti.