ZITLARIN BİRLİĞİ: BİR ERİK ÇEKİRDEĞİ
Horoz ölür gözü çöplükte kalır, demişler. Bizim komşu teyzeler Saniye ile Nuriye ne öldüler ne de eşinmekten vazgeçtiler. Allah var şimdi Saniye’nin evine yurduna çöplük diyecek adam anasından doğmadı daha da Nuriye’nin evi yurdu ikisi kıyaslandığında çöplüğe rahmet okutur. (Bu işin felsefesi olur mu olur. Olmazsa da bir yolu bulunur, kılıfına uydurulur. Hiç olmadı özünde değil sözünde hikayemize başlık olur.) Saniye’nin bağında bahçesinde tek bir yabani ot ufacık çakıl taşı bulamazsanız. Didik didik edilmiş, hallaç pamuğu gibi dağıtılmış, son olarak da elekten geçirilmiş bir toprak… Kabartılmış da kabartılmış. Bahçenin düzeni abartılmış da abartılmış. Ekilecek fidelerin yerleri santim santim ölçülmüş derinliği genişliği su terazileriylen metrelerlen hesap edilmiş kitap edilmiş cebirin de edebiyatın da hakkı verilmiş. Hendese ilmi es geçilmemiş. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiir öylece evin önüne serilmiş. Sanırsınız ağaçların budamasına Harizmi’yle İbnü’l Heysem bir gelmiş. Çapaya Orhan Seyfi’yle Faruk Nafiz girişmiş. Arif Nihat Asya saksı çiçeklerinin, bahçe çiçeklerinin bakım ilmini öğretip gitmiş. Pisagor bahçenin düzenine ve de düşünce sistemine yeni tohumlar ekmiş. Gelelim Nuriye’nin ziyadan uzak nursuz bahçesine. Budanmayan ağaçlardan ışık geçip de bahçe toprağına bir nebzecik değmemiş. Ağaçların altı soğuk, nemli, yosunlu; ağaçsız kısımlar karmakarışık ekilip dikilmiş. Aklına eseni aklına estiği gibi serpiştirmiş. Tohumları avcuna alıp rüzgâra savursa aklının esintisinden daha düzenli yerleşirmiş. Evin içinden dışına doğru yayılan kapı penceresinden taşan boş vermişlik pespayelik bahçeyi de harap etmiş. Bahçenin karmaşasına bakılırsa Nuriye toplayıcılıkta ilk insanları çoktan geçmiş. Buraya hurdacı şöyle bir uğrasa ihya olur gider. Değişen kapı pencereler, balkon demirleri, kullanılmaz haldeki eşya yığını yalnızca kendi çöplüğüne ait değilmiş. Araçsız ve amaçsız asıl hurdacı kendisi. Yolda sokakta gördüğünü kolunun altına kıstırıp eve götürmeyi huy edinmiş. Yanlışlıkla düşürdüğünüz, önce atıp da sonra keşke atmasaydım diye pişmanlık geçirdiğiniz ne varsa gidin kapısını tıklatın adres şaşmaz, Nuriye’nin bahçesinin bir köşesinde muhakkak bulup alabilirsiniz. Evin merdivenlerinden akan, önüne doğru yol tutan, köydeki her evden iz taşıyan bir karmaşa burayı çöplüğe çevirmiş diyemeyeceğiz, çünkü neden, asıl çöplük burası değilmiş. Başta söylemiştik burası çöplüğe rahmet okutturacak cinstenmiş. Çöplük dediğimiz ya da çöplükleri diye nitelendirdiğimiz yer bu iki komşunun karşısındaki boş arsa. Soba kovalarını buraya boşaltıp küllük niyetine kullanırlar, Saniye üç öğün süpürdüğü çeri çöpü buraya yığar, Nuriye süpürgeyle pek temas etmese de yediğinin içtiğinin artanını getirip bu arsaya atar. Teyzelerimiz yine de bilinçli insanlar. Toprağa karışacak cinsten olmayanları atmazlar ya ocağın altında ya da sobada yakarlar. İki komşunun müşterek çöp döktükleri arsa henüz kimseler tarafından kullanılmasa da nihayetinde bir sahibi var. Bu sebepten ötürü Saniye ile Nuriye teyzemiz çöplerini boşaltırken öyle arsanın ortalarına kadar yayılmazlar. Evlerinin önüne yakın olan kıyı şeridini kullanırlar bu iş için. İkisi de sınırda dolanır içeriye açılmazlar. İnsanlara rahatsızlık vermeyecek, toprağı da incitmeyecek çöplerini kovalarına el arabalarına doldurup arsanın kenarlarına boşaltırlar. Bir nevi sınır çizgisi oluştururlar. Sahibi duvar örmemiş, dikenli tellerle çevirmemiş, öylece köyün kullanımına gönüllü tahsis etmiş ise de teyzelerimizin içi rahat etmemiş ki el birliğiyle sınırı belirlemişler. Çerden çöpten olsa da hayrına çizivermişler. Nedir efendim bu çöpler? Kışın soba kovasının külü, güzün bahçenin gazeli, yazın yenilen meyvelerin artıkları, kabuklar, çekirdekler nevinden doğal şeyler. Bahçeden evin önünden süpürülmüş toplanmış çer çöpler süprüntüler… Nuriye’den öyle pek bir şey çıkmaz ya işte çöp olsa bile komşunun tavuğu komşuya kaz. O da komşusuyla sidik yarıştıracak biraz. Biri döküyorsa öteki de bir şeyler bulup buşurup dökecek, boş arsa bulmuş kullanılmayan bir şey işte bu da nihayetinde ama kolunun altına sıkıştırıp eve götüremiyor ya kullanım hakkını sadece Saniye’ye yedirmeyecek. Saniye eline kovayı aldı mı pür telaş arkasından yetişecek. Nuriye böyle de Saniye’nin kalır yeri mi var. Sanırsınız onun da yeri dar. Koca bahçe yetmez o da kapı önünden yola doğru taşar. Birininki dağınıklığıyla ötekininki düzeniyle işgal. Kaldırım payını çevirip kendi düzenine katar. Orayı da eker diker, peyzaj düzenlemesine dahil eder. Alet edevatını koyacak yer kalmaz komşuların evlerinin önünü de temizler kendi düzenine dahil eder. Her karış toprağı değerlendirme oraya çöreklenme huyu çok eskidir o sebepten bu boş arsa yalnız Nuriye’nin kullanımına verilemez, bu fikir bile Saniye’yi hasta etmeye yeter.
Gözünüzde öyle artıklarla çöplerle etrafı çevrilmiş, neredeyse çöp yığınından duvar oluşturulmuş bir arsa belirmesin çünkü bu teyzelerimiz nihayetinde iki kişi. Ne kadar çöp dökebilirler ki? Taşıdıkları kovalardaki el arabalarındakini karşı şeride sıra sıra döküp kendilerince bir nizam tutturmuşlar. Öyle hepsini bir yere üst üste boca edip bir tepecik oluşturmamışlar. Burada yaşayalı beri arsanın kendilerine en yakın kenarının bir ucundan öteki ucuna boşalttıklarıyla mekik dokumuşlar. Zihninizdeki görüntüyü biraz hızlandırın. Evlerinden belirli aralıklarla her gün çıkan, ellerinde kovalarla çuvallarla arsanın kenarına biteviye yıllardır çöp taşıyan, yol çizgisi çalışmasındaki titizliğe benzer bir titizlikle sınırı aşmayan teyzelerimizle şerit halinde toprağın üstüne yayılan ve üstünden aylar mevsimler geçtikçe yerin altına sızan karışan çöpleri gözünüzde canlandırın. Soba küllerinin, sonbahar yapraklarının, meyve çekirdekleriyle bitki tohumlarının harmanlandığı bu ortak kullanım alanındaki tek hareketlilik bizim teyzeler gibi görünebilir ama öyle değil. Hızlandırdığınız videoyu sabırla sonuna kadar izleyin bir yerde o çöp hattının yeşermeye başladığını göreceksiniz işte orada durun bekleyin. Efendim bu neyin nesi neyin yeşili demeyin. Sincaplar gibi istifçilik olmasa da teyzelerimizin niyetleri, taşıdıkları bahçe tohumları bir yerden toprağa tutunup bahardır yağmurdur el ele verince yeşerdi. Kayısı çekirdeği, kiraz çekirdeği, üzümlerin yenmeyeni, ekşi elma, armut eşiği, erik çekirdeği, domatesi biberi, kabak çekirdeği, çürümüş ayva, nar tanesi nur tanesi burada kendi halinde biten ağaçlardan biri Saniye ile Nuriye’nin bir tanesi. Hadi bakalım çöplükte ağaç mı biter, ormana döner de dallarında kuşlar mı öter? Öyle şey mi olur efendim? Bizde insanlar çöplüğü ormana çevirmezler de ormanı çöplüğe çevirirler. Hatta köy kasaba ilçe çöplüğünü ormanın içinde bir yerlerde yakınlarında belirlerler ve kamyon kamyon çöpü bilinçsizce yeşilin orta yerine boca ederler. Oradan savrulan, uçuşan çeşitli yollarla taşınan ormana varan çöpleri de birazcık medeniyet kokladılarsa ağaçlardan, ayda yılda bir Dünya Çevre Günü’nde falan göstermelik toplayıp fotoğraf çektirirler. Hem konudan hem mahalleden uzaklaşıp dünyaya kadar açıldık bu başka bir mevzuydu. Teyzelerimizin bilinçli taraflarıyla çelişen bilinçsiz yanlarına geri dönelim. Evlerinin karşısında günden güne aydan aya yıldan yıla yeşerip büyüyen ağaçların arasında bir tanesine dikkat kesilelim. Bu erik ağacı çekirdekten yetişen öteki gıcık vişneye, kayısıya, şeftaliye hiç benzemiyor. Bu yaz ilk meyveleri dallarında öyle bakımlı öyle alımlı görünüyor ki sanki küllerin içinde herhangi bir çekirdekten yetişmemiş de küllerinden doğmak deyimindeki azametle güçle kudretle görünmeyen bir elle oraya özenle dikilip beslenmiş büyütülmüş hiçbir vitamini gübresi neyim eksik edilmemiş. İri iri, yeşil yeşil, parlak erikler… Güneş ışığı gergin parlak kabuklarına vurdukça insanın hem gözü kamaşıyor hem yemeden dişi, yeşilin içindeki yeşilin bu kadar göz alıcı olmasına insan şaşıyor. Tabi Saniye ile Nuriye’nin gözleri de kör değil. Sabah akşam çöp taşıdıkça bu alımlı ağaç bu göz alıcı erikler dikkatlerini çekiyor. Bu ağaç ortaya çıkalı erikleri göz dolduralı beri niyeyse iki komşunun çöpü hep bu ağacın civarlarına kıyısına köşesine dökülüyor. Önceleri sınırda başından ucuna gel gitli rastgele işleyen düzen birden erik ağacının etrafında dönüp durmaya başlıyor ve bir sabah Saniye ile Nuriye teyzelerimiz ellerinde çöp kovalarıyla değil de boş birer yoğurt kovasıyla ağacın dibinde karşılaşıyor. E komşunun tavuğu komşuya kaz, biraz da çöplükten nasiplenelim biraz. Her zamanki gibi günlük hoşbeşten sonra kaşlar birden çatılıyor. İlk kim dedi, ne dedi, nasıl dediyse artık: “Eriklerimi toplamaya geldim.” lafı ağızdan çıkıyor.
-Nerden senin eriklerin oluyormuş bakalım?
-Oraya ben çöp döktümdü.
-Hanım hanım! Ben başka yere mi döküyorum sanki çeri çöpü?
-Ben bilmem bu erik ağacı benim döktüğüm çöpten filizlendi.
-Hadi ordan buraya ben döktüm erik çekirdeklerini.
-Sen nereden bileceksin nereye ne döktüğünü? Evinin yerinin haline bak bahçende bile bilmezsin nereden ne çıkacağını, yerini bildiğin çöplük mü kaldı?
-Bana bak Saniye! Lafını bil de konuş, yolu sokağı parselleyip düzenledin benim eve yanaşamadın tabi sıra buraya mı geldi?
-Ne yapayım senin kokmuş evini ben kadın, her şeyi evine taşıdığın gibi lafı da oraya taşıma. Bu ağaç benim döktüğüm çöpten çıktı o kadar, ben bilmez miyim düzenimi?
-Düzenine de sana da şimdi haaa attırma tepemi! Yürü git işine ben toplayacağım erikleri…
Sen miydi, ben miydi? Erik kimin eriğiydi? O eriği kim yedi, kim döktü çekirdeğini? Toprağa tutunup yeşeren çekirdek hangisinin dişleri arasında gezindiyse gezindi de bu işin sonu kötüye giderdi. Kimsenin bahçesindeki erik kendine yetmedi. İkisinin de bu ağaçta gözleri. Ne yapmalı nasıl etmeli ağız kavgasına son verip canım komşum falan mı demeli? Çöpü sen dökmedindi ben döktümdü, bilmem ne gün erik yedimdi de buraya silkeledimdi, bu cins erikten karşı komşu Asuman bi tabak verdiydi, e bana da verdiydi aynı gün. Kaç zaman önceki mesele… Tartışma uzadı gitti. Kimi zaman yükseldi, ellerindeki yoğurt kovaları kafalara geçirilecek gibi havalandı indi. Kimi zaman sakinledi mantıklı sebepler ortaya serildi, canım komşum cicim komşum denildi de Nuh deyip peygamber denilmedi. İki taraf da çıkan erik ağacı benim çöpümden diye ter ter tepindi. Bu ne açgözlülük bu ne sahiplenme bu ne rekabet bu ne pes deyip gidememe… Mahalleli de kapıdan pencereden başını çıkardı bu azme gayrete, muzipçe gülümsediler alçalıp yükselen gürültüye. Sabah sabah seyirlik oyun çıktı herkese. Saniye ile Nuriye bunca yıldır içlerinde biriktirdiklerini sayıp döktüler birbirlerine. Şuraya çöpleri döktükleri gibi dökseler iyiydi de azar azar olmadı bu boşaltma işi. Ne varsa çıkarıp yığdılar ortaya. Bu sefer arsanın sınırını aşıp mahalleye yaydılar ara ki bulasın çöp dökerkenki titizliği. İş içindekini dökmeye geldi mi ne sınır bilir insan ne başkasının mülkü. Karşıya verecekleri zarar da hesap edilmez varsa yoksa kendisi. Türlü türlü oluyor işte çevre bilinci. Çöp dökerken rahatsızlık vermedilerdi hani pek bi dikkat ederlerdi, ya şimdi? Delik çöp poşetinden sızan pis suyla etraf kirlendi. Pencereden kapıdan gözetleyeni, geleni gideni rahatsız etti derken Saniye ile Nuriye yerin zangırdamasıyla bedenlerine yayılan titreşimle susup sersemlediler. Kendilerine doğru gelen kepçenin önünden çekilip evlerinin önüne doğru seğirttiler. Gözler fal taşı, biraz falcılığınız varsa bakın okuyun oradan birazdan olacakları. Üç vakte kadar derken üç vakti saniyeye indirip bir iki üç diye sayarken koca kepçe hangi çekirdekten filizlendiği belli olmayan erik ağacının dallarını kırdı, köklerinden ayırdı, parçaladı, erikler yere saçıldı. Ömrünün baharındaki ağaç sürüne sürüne toprağa karıştı. Çöplüğün sınırını yerle bir edip kendine yol açan koca dişli koca ağızlı canavar işlediği cinayetten bîhaber arsanın bağrını deşmeye koyuldu. Yolun karşı tarafında ellerinde boş yoğurt kovalarıyla gözlerinde falda çıkan manzarayla kovaların içi kadar boş bakışlarla kalakalan komşu kadınlarımızı şöyle iç muhasebeye alalım. Gelir gider zarar ziyan dokümanlarına muhasebemizde bakalım. El elde baş başta derler. İlk şoku atlatıp iç muhasebeden de çıkınca fal taşlarını birbirlerine çevirirler. Yine üç vakte kadar demeden kahkahayı koyuverdiler zira bakılacak ne fal kaldı ne fal taşı, akıbet ortada gözler de kepçenin ihtişamından kamaştı. Bakılacak yüz kalmadı, demeyin komşularımız haset dağını aştı. Açgözlülükten sıyrılıp kemâle ulaştı. Ev yaptıracakmış bizimkilerin çöplüğüne arsa sahibinin kızıyla damadı. Saniye ile Nuriye’nin hevesleri kursaklarında kaldı ama yaşasaydı da iflah olmazdı o erik ağacı. Enzimlerine baktırıp kimin ağacı olduğunu bulamazlardı. İyi oldu bi yerde. Ağaç ölür izi çöplükte kalır. Komşuluk da erik ağacının bizimkilere mirası.